Yeni İmralı sürecinin geldiği noktada şöyle bir görüntüyle karşı karşıyayız: MHP karşısında, CHP dışında, bazı liberaller “temkinli”, Gülen cemaati mesafeli...
Bu, sürecin başarılı olmasını isteyenler için hiç kuşkusuz tatsız bir durum. Çünkü böyle bir tabloya rağmen PKK ve Kürt sorunlarını çözmek çok ama çok zor. Çözüm gerçekleşse bile çok kırılgan olacak ve Türkiye her an yeniden başa dönme riskiyle yaşamak zorunda kalacaktır. Aslında “başa dönme” riskinden de öte bir durumdan söz edebiliriz, zira süreçle birlikte her biri birer “devrim” olarak tanımlanabilecek öyle adımlar atıldı ki artık istense bile başlanılan noktaya geri dönmek mümkün olmayabilir.
Dolayısıyla sürecin şu ana kadarki serüvenini eleştirel bir şekilde değerlendirme, hatalardan ders çıkarma ve bir silkinme kaçınılmaz gözüküyor. Hedef ise, sürece karşı olanların tutumlarını yumuşatmak, dışarıda kalanları kapsamak, mesafe koyanları yeniden sürece yakınlaştırmak olmalı. Hayli güç bir şeyden söz ettiğimin farkındayım. Ama “zaten sürece halk desteği yüzde 70” denilerek bu zorunluluklar yokmuş gibi davranmanın çok tehlikeli olduğu da ortada.
Gülen’in sözleri
“Peki ne yapmalı?” sorusunu cevaplamaya katkıda bulunmak adına bugün Fethullah Gülen cemaati örneğini önceki günkü yazımda (http://www.rusencakir.com/Gulen-cemaati-surecin-neresinde/2010) bıraktığım yerden tekrar ele alıp biraz daha detaylandırmak istiyorum. Bilindiği gibi Fethullah Gülen, 7 Ocak günü, yani süreç başlar başlamaz, “Sulh hayırdır, hayır sulhtadır” başlığıyla haberleştirilen sohbetinde hiç tartışmaya yer vermeyecek bir biçimde hükümetin başlattığı yeni girişime destek vermiş, hatta buna angaje olmuştu. Ne var ki geçen süre zarfında ne kendisinden, ne cemaatin yayın organlarından benzer çıkışlara tanık olduk, hatta tam tersine Gülen hareketinin sürece yönelik kaygı ve eleştirilerinin öne çıktığını gördük.
Peki neden? Gülen’in, Öcalan ve PKK ile görüşülmesinden rahatsız olduğunu düşünenler var. Fakat onun “Bize ters gelen bazı şeyler olabilir; ‘Keşke şu görüşme olmasa, şu anlaşma olmasa, şu uzlaşma olmasa, biz Türk milleti, şöyle onurumuz var, böyle gururumuz var; boyun eğmesek, bazı şeylere evet demesek’ denilebilir. Muhtemel o türlü şeylerle bazı problemler çözülecekse, işte o Hudeybiye Sulhu mülahazasıyla, Hudeybiye Sulhu’ndaki mantık ve muhakemeyle, yapılması gereken şey neyse onu yapmak lazım. Güzergâh emniyetini tehlikeye atmamak lazım. Ülkenin parçalanmasına meydan vermemek lazım. Devletimizin bir devlet-i aliyye olması istikametinde yoluna devam etmesini sağlamak lazım. Devletler muvazenesinde muvazene unsuru olmasını sağlamak lazım. Bu kadar vâridâtı, getirisi olan bir şey karşısında bazen kafamıza uymayan şeylere de katlanabiliriz” demiş olduğunu unutmayalım.
Sıkıntı yaratan algı
Sanıyorum Gülen (ve dolayısıyla onun hareketi) devletin Öcalan ve PKK ile görüşmesinden değil, bu iki aktörün özellikle ilk aylarda süreçte fazlasıyla öne çıkmasından rahatsız oldular. Aslında bu durumdan sadece Gülen cemaatinin rahatsız olduğu söylenemez. Başlangıçta sürece olumlu bakan birbirinden farklı birçok kişi ve çevre, tıpkı Gülen ve onun hareketi gibi, Öcalan ve PKK’nın mecbur kaldıkları için devletle anlaşma yoluna gittiklerini, sürecin önde gelen aktörleri olmalarının mümkün olmayacağını düşünmüştü. Ancak hükümetin, özellikle sürecin halkla ilişkiler boyutunda sergilediği birçok zaafın da etkisiyle sonuç olarak çok farklı bir algı ortaya çıktı. O algı da bazı travma ve kırılmalara yol açtı. Bu arada başından itibaren sürece karşı olanlar da o algıyı fazlasıyla sömürdüler.
Ne var ki bu hiç de aşılamayacak bir sorun değil. PKK’nın ülke içindeki militanlarını geri çekmesine paralel olarak hükümet sürece daha fazla ağırlığını koyabilir. Kürt hareketi adına da Öcalan ve PKK’dan ziyade BDP’nin önünün açılmasıyla birlikte o algı büyük ölçüde kırılabilir.
PKK’nın hesapları
Öte yandan gerek Öcalan’ın, gerekse Murat Karayılan başta olmak üzere bazı PKK sözcülerinin kendilerine yönelik söz ve suçlamalarının Gülen cemaatinin rahatsızlığını katladığını biliyoruz.
Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan İmralı tutanaklarında, Öcalan’ın, cemaatle hükümet arasında MİT kriziyle iyice açığa çıkan ayrışmada hızla ve büyük bir coşkuyla tercihini hükümetten yana yaptığını söylemiş olması, her ne kadar sonradan BDP’li milletvekilleri aracılığıyla kendilerine zeytin dalı uzatsa da cemaatin hafızasında ciddi bir yer işgal etti.
Karayılan’ın “her ne kadar kendileriyle iyi geçinmek istiyorsak da” diye başlayıp hem Oslo görüşmelerinin sızmasından cemaati sorumlu tutması, hem de cemaat hakkında ellerinde bilgi ve belgelerin bulunduğunu ilan etmesi işleri daha da karıştırdı. Karayılan’ın verdiği mesajlarla cemaati bir şeylere kışkırttığı muhakkak. Lakin PKK’nın Gülen cemaatini sürecin dışına, hatta karşısına sürüklemek istemesi çok akıl kârı bir strateji olarak gözükmüyor.
Sonuç olarak çok karmaşık bir olguyla karşı karşıya olduğumuzu, taraflarının gerçek niyetlerinin belli olmamasının süreci iyice sıkıntıya soktuğunu söyleyebiliriz.
PKK Gülen cemaatini niye kışkırtıyor?
Haberin Devamı