Oyun aynı, oyuncular değişiyor

Haberin Devamı

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç için “Siyasete çok hevesliysen cübbeni çıkar da gel” dedi. Kim haklı, kim haksız tartışmasından önce daha önemli bir konu var: Yüksek yargı mensuplarına “Siyasete çok hevesliysen cübbeni çıkar da gel” çağrılarına yıllardır alışmış durumdayız, fakat bu tür çağrılar AKP’den ve ona yakın çevrelerden gelirdi, artık CHP de iktidar partisinden kopya çeker oldu. Yani oynanan oyun aynı, fakat oyuncular ve roller değişmişti.

Oynadıkları tatsız mı tatsız bir oyun: Demokrasinin temeli olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin çiğnendiği; yargı bağımsızlığının ihlal edildiği can sıkıcı ve verimsiz bir iktidar savaşı söz konusu. Ama her iki taraf da bizi sorunun oyundan değil oyunculardan kaynaklandığına ikna etmeye çalışıyor; her iki taraf da oynanan oyuna değil de oyunculara, onların niyetlerine odaklanmamızı istiyorlar. Yani bizi kandırmak istiyorlar...

Kılıç statükoya karşı mı?

Düne kadar AKP Lideri Erdoğan ve kurmayları, farklı yargı kurumlarının üst düzey yöneticilerinin “laikliği koruma” vb. gibi bahanelerle demokratik sürece müdahale etme gayretlerine tepki gösterir ve onları “cübbeyi çıkarıp siyasete girme”ye çağırırken haklıydılar. Bugün CHP Lideri Kılıçdaroğlu da, üslubu ve dozajı ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte Haşim Kılıç’ın “statükonun kibirli mensupları” sözüne tepki gösterirken haklıdır. Başkalarını bilmem ama Kılıç’ın “hiçbir kişi ya da siyasi parti hedef alınmaksızın bir değerlendirme yapılmıştır” sözleri beni ikna etmiş değil. Kendisi, isim verse de vermese de, bir Anayasa Mahkemesi Başkanı’na hiç de uygun olmayan bir şekilde, tepeden tırnağa siyasi bir konuşma yapmıştı.

Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nu, en fazla itirazının dozu konusunda eleştirmek yerine yine siyasi bir cevap vererek, diğer bir deyişle ana muhalefet partisi lideriyle polemiğe girerek, yanlışını yeni bir yanlışla sürdürdü. Bu nedenle Gürsel Tekin’in “cübbe çıkarma” çağrısının temelsiz olduğu söylenemez. Özetle bir yüksek yargı mensubunun bir ülkenin başbakanıyla polemiğe girmesi ne kadar yanlışla, ana muhalefet lideriyle girmesi de en az o kadar, belki de daha fazla yanlıştır. Polemiğin içeriğinin bir yerden sonra hiçbir anlamı yoktur. Kaldı ki Kılıç’ın “statükonun kibirli mensupları” şeklinde cüretkâr bir çıkış yapmasının ne derece sahici olduğunu da sorgulamak gerekir. Şöyle ki, Türkiye’de statüko denince akla iki temel husus gelir: Kürt sorunu ve laiklik. Kılıç’ın gösterdiği performansa baktığımızda laiklikle ilgili konularda “putkırıcı” olarak tanımlanabilecek ölçüde statükoya karşı çıkışlar yaptığını biliyoruz ki bu takdire şayandır. Ama ya Kürt sorunu söz konusu olduğunda? Örneğin Kılıç DTP’nin kapatılmasına neden “hayır” oyu vermedi acaba? DTP’yi kapatmak statükoya meydan okumak anlamına mı geliyordu? Tabii ki hayır.

Açılım nedeniyle geciken (belki de geciktirilen) DTP kararı, Habur sonrası, açılımın duvara tosladığı bir anda verildi ve kötü gidişatın faturası, her zaman olduğu gibi bir kez daha yalnızca Kürtlere kesildi. Hele sadece DTP’nin en makul iki ismine, Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk’a siyasi yasak getirilme kararını, “statükoya boyun eğme” dışında hangi gerekçeyle izah edebiliriz?

Ya Yalçınkaya?

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya hakkında çok fazla söz söylemeye gerek olmadığı kanısındayım. CHP’nin bile kampüslerdeki yasağı kaldırmak için makul bir formül aradığı bir dönemde “Türbanla üniversiteye girmek Anayasa’ya aykırıdır” çıkışının nasıl havada kaldığının, onun laiklik anlayışının toplumda iyice marjinalleştiğinin farkında olmadığı açık. Yine de belli olmaz, pekala iktidar partisi için yeni bir inceleme başlatabilir. Tabii ki eğer atarsa, böyle bir adım en çok AKP’nin işine yarar, hele seçimlere bu kadar az bir zaman kalmışken.

DİĞER YENİ YAZILAR