Haberin Devamı
Selahattin Demirtaş’ın HDP’nin cumhurbaşkanı adayı olmasıyla birlikte özel olarak bu parti, genel olarak da Kürt siyasi hareketi (KSH) gündemde ön plana çıktı. Gerek bu hareketin son dönemde yakalamış olduğu ivme, gerekse CHP+MHP adayı Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun sakin ve az siyasi bir kampanya yürüttüğü düşünülürse bunda şaşıracak pek bir şey yok.
Ancak şu yaklaşım ciddi ölçüde şaşırtıcı: İster tarafsız gözlem yapmak, ister eleştirmek, isterse desteklemek için olsun, KSH hakkında “dışarıdan” söz söyleyenlerin çoğu onu kendi gündemine göre hareket eden bağımsız bir “özne” gibi görmüyor; KSH’nin şu ya da bu öznenin güdümünde olduğunu veya böyle olmaya mahkum olduğunu düşünüyor.
Örneğin Köşk seçimleri üzerine yapılan değerlendirmelerde, Erdoğan yanlıları HDP’yi, Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu’nun deyimiyle “yeni bir anti-AK Parti yapılanması”; Erdoğan karşıtları da, yine Bayramoğlu’nun sözleriyle ifade edecek olursak, HDP’yi “İhsanoğlu’nu köstekleyecek, oyları bölecek bir unsur” olduğu iddiasıyla eleştiriyorlar. Tabii bir de destek olanlar var ki bunların arasında Demirtaş’a esas olarak “Erdoğan’a haddini bildirme” misyonu yükleyenlerin sayısı hayli fazla.
Herkesin filmi kendine
Görüldüğü gibi herkes kendi yazdığı senaryoda Kürt siyasi hareketine yardımcı roller sunma derdinde. Halbuki o başrolünde olduğu kendi filmini çekiyor. Ve film tam da bu yüzden, yani hem siyasi iktidar, hem muhalefet bu gerçekle yüzleşmekten, kabullenmekten kaçındığı için kopuyor. Çünkü KSH’nin Türkiye ve bölgenin kaderinde son derece etkili, hatta yer yer belirleyici olabilecek bağımsız bir özne olduğunu kabullendiklerinde, ellerinin altındaki ezberleri terk etmeleri, Kürt sorunu ve diğer bölgesel sorunlar başta olmak üzere bir dizi hayati konuda yeni üslup, söylem ve politikalar geliştirmeleri gerekecek.
Ama buna mecalleri olmadığı için olsa gerek işin kolayına kaçıyorlar. Bu bağlamda muhalefetin İmralı’daki Abdullah Öcalan üzerinden KSH’ne hükümetin, daha açıkçası Başbakan Erdoğan’ın rehinesi muamelesi yapması, iktidar çevrelerinin de buna pek itiraz etmemeleri hem garip, hem anlamsız. Örneğin Erdoğan’a yakın olarak bilinen bir dizi yazar, Demirtaş’a, sanki KSH’ye iktidar tarafından bazı sınırlar çizilmiş ve o da bunları aşmış gibi uyarılarda bulundular ve daha önce de sık sık karşımıza çıktığı gibi kendisine “Öcalan faktörü”nü hatırlattılar.
Öcalan faktörü
Açıkçası hükümet çevrelerinin KSH’nin HDP/BDP ve Kandil/KCK/PKK ayaklarına karşı her başı sıkıştığında İmralı/Öcalan kartını masaya sürmesi gün geçtikçe daha da anlamsızlaşıyor. Öcalan’ın hapsedildiği tarihten, özellikle AKP’nin çözüm için İmralı ve Kandil’i doğrudan muhatap almaya başlamasından bu yana KSH’nin sürekli yükselişte olmasının sırrı, bu hareketin üç ayağı (İmralı/Kandil/Ankara) arasındaki uyum olsa gerek.
Öcalan’ın KSH’de her şeyin başı ve sonu olması, hareketin diğer parçalarının hiçbir fonksiyonu olmadığı anlamına kesinlikle gelmiyor. Nitekim kendisinin özellikle son dönemde yaptığı değerlendirmeler, verdiği talimatlarla hareketin diğer aktörlerini çok ciddi manada karşısına almış olduğunu da pek görmedik.
Şurası muhakkak: Öcalan Gezi ve 17-25 Aralık süreçlerinde hükümeti ve Erdoğan’ı iyice zor durumda bırakacak adımlar atabilirdi ama atmadı. Bu tutumundan hareketle onu “hükümetin rehinesi” olarak görmek abestir. Zira diğer muhalif aktörler çözüm konusunda son derece isteksizken, kalıcı çözüm için kendilerini doğrudan muhatap alan bir siyasi iktidarın/liderin zayıflaması Öcalan ve KSH’nin hiçbir şekilde hayrına olmayacaktı.
Son olarak: Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığını, diğer aktörler buna hangi anlamları yüklerse yüklesin, KSH’nin başrolünde kendisinin olduğu filmin yeni bir epizodu olarak görmek gerekir.