Öcalan’la görüşmeler devlet cenahı için hep mayınlı arazide yürümek anlamına gelecektir. Zaten hayli düşük derecede ve kırılgan olan güveni iyice tahrip edebilir
Yılbaşındaki yazı dizimizin ilk bölümünde (http://www.rusencakir.com/Uc-temel-aktor-Ocalan-Fidan-ve-Erdogan/1912 ) sürecin üç temel aktörünü, yani Başbakan Erdoğan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Abdullah Öcalan’ı ele almış ve PKK lideri için “Kürt siyasi hareketinin tartışmasız lideri olduğu için görüşmelerde son derece rahat hareket edebilir, inisiyatif alabilir. Devlet de onu yegane muhatap görüyor ve belli ölçülerde kendisine güveniyor” demiştik. Geçen süre zarfında Öcalan hakkında yanılmamış olduğumuz ortaya çıktı. Hatta eksik bile söylemişiz: Gerek yolladığı mektuplar üzerine yazılıp çizilenlere, gerekse son İmralı görüşmesinin Milliyet tarafından yayınlanan tutanaklarına baktığımızda Öcalan’ın tahmin ettiğimizin ötesinde bir özgüvene sahip olduğunu, çok geniş inisiyatifler aldığını gördük. Devletin de onu sürecin merkezine oturttuğu, Kürt hareketinin BDP, Avrupa, Kandil gibi ayaklarının sürece dahil edilmesi misyonunu da ona yüklediği anlaşılıyor. Bu açıdan bakıldığında Öcalan’ın aktif varlığı yeni sürecin en belirgin fırsatlarından biri olarak karşımıza çıkıyor.
Mayınlı arazi gibi
Ama Öcalan’ın bu süreç için fırsat olduğu kadar risk anlamına da geldiği son tutanak yayınıyla birlikte net olarak ortaya çıktı. Hükümet ve iktidar partisini destekleyenler, herhalde Öcalan’ın Kemal Burkay, Orhan Miroğlu gibi bazı Kürt aydınlarına benzemesini ummamışlardır. Fakat onun hükümete tabi olmasa bile kendini ve sözlerini ona göre ayarlamasını beklemeleri de anlaşılır bir şeydi. Aslına bakılırsa Öcalan’ın BDP, Avrupa ve Kandil’e yolladığı mektuplarda hükümetin kaygı ve beklentilerini gözettiği anlaşılıyor ancak milletvekilleriyle sohbetinde daldan dala atlarken söylediklerinin, daha önemlisi üslubunun ona kuşkuyla bakanların endişelerini artırdığı da muhakkak. Tabii bir de bu sürece karşı olanların, Öcalan’ın bu yönünü aşırı kriminalize ettiklerini de bir kenara not etmek lazım.
Dolayısıyla Öcalan’la görüşmeler hükümet cenahı için hep mayınlı arazide yürümek anlamına gelecektir. Muhtemel mayın patlamalarının önüne geçmek için alınacak veya alınmak istenecek önlemlerse, iki taraf arasındaki zaten hayli düşük derecede ve kırılgan olan güveni iyice tahrip edebilir.
MİT’e aşırı güven
Öcalan’ın İmralı’da, başta müsteşar Hakan Fidan olmak üzere MİT yöneticileriyle iyi bir uyum yakalamış olduğu anlaşılıyor. Bu da sürecin geleceği açısından çok olumlu bir durum. Fakat yine burada ciddi bir risk potansiyeli karşımıza çıkıyor: Fidan her ne kadar siyasi iktidarın çok güvendiği bir isim olsa da eninde sonunda bir bürokrat ve istihbaratçı. Yani aralarında bir uyum olsa da Öcalan ile Fidan’ın konumları uyumsuz. Bu kadar çetin bir sorunun çözümünde işte bu uyumsuzluk, beklenmedik ve istenmeyen sorunlara/krizlere neden olabilir. Bu tür durumlarda BDP’nin devreye girmesi beklenir ki şu haliyle BDP’nin iktidar partisiyle eşit bir ilişki kurabilmesi zor görünüyor. Öte yandan Öcalan’ın sürecin herhangi bir aşamasında ülkeyi yöneten siyasetçilerle doğrudan görüşeceğine dair bir işaret de yok.
Sunuş:
2013 yılının başlamasıyla birlikte “süreç” kavramı dillerimize iyice yerleşti. Hükümet “çözüm süreci” demeyi tercih ediyor; bazıları da buna “barış süreci” adını veriyor. Bense “yeni İmralı süreci” diyenlerdenim. Hatırlayanlar olacaktır, 2 Ocak gününden itibaren peş peşe 7 yazıyla yeni sürecin artıları ve eksilerini tartışmıştık. Aradan iki ayı aşkın bir süre geçti. Bu arada BDP’lilerin iki İmralı ziyareti, Paris suikasti ve cenazeler, İmralı tutanaklarının yayınlanması gibi kritik olaylar yaşandı. Önümüzdeki günlerde PKK’nın silahlı güçlerini ülke dışına çekmesini başlatacak bazı adımnlar atılması bekleniyor. İşte bu yazı dizimizde esas olarak sürecin önündeki muhtemel engeller ve fırsatları ele alacağız. İlk olarak Öcalan faktörüyle başlıyoruz.
Yarın: Kürt siyasi hareketi Öcalan ile başlayıp onunla mı bitiyor?