Gazeteciliğe 1985’te, o dönemin tartışmasız en cesur yayın organlarından biri, belki de birincisi olan haftalık Nokta Dergisi’nde başladım. Türkiye, Turgut Özal liderliğindeki ANAP iktidarı eliyle 12 Eylül 1980 askeri rejiminden kurtulmaya çalışıyor, bu “yeniden özgürleşme” havası basına da yansıyordu. Nokta’nın sahibi ve şu ana kadar tanıdıklarım içinde “liberal” sıfatını belki de en fazla hak eden kişi olan Ercan Arıklı, bizleri, siyaset, dini hayat, cinsellik gibi temel konulardaki birçok tabunun üzerine gitmeye teşvik ederek Türkiye’nin özgürleşme ve buna bağlı demokratikleşme çabalarına epey katkıda bulundu. Ruhu şad olsun. (http://www.rusencakir.com/Erdoganin-kisa-tarihi-Medya-ona-o-medyaya-vurdukca-buyudu/1018 )
Medyanın iktidarı
ANAP’ın zayıflamaya başlayıp Türkiye’nin yıllar sonra yeniden koalisyonlarla yönetilmeye başlamasıyla, artık “medya” olarak tanımlanan basın-yayın kuruluşları (daha doğrusu onların patron ve üst düzey yöneticileri), güçleri oranında siyasi iktidardan pay almaya ve bu sayede ekonomik imtiyazlarını daha da artırmaya başladılar. Öyle ki sandıktan çıkan hükümetler ne kadar güçsüzse, medyanın iktidardaki ağırlığı o kadar fazlaydı.
“Ana akım” olarak tanımlanan medya, iktidarın önemli bir bileşeni hâline gelince, artık toplumu özgürleştirip ülkeyi demokratikleştirmekten ziyade kendi çıkarlarını korumayı her şeyin önüne koydu; yani kelimenin gerçek anlamıyla statükocu oldu. İşte bu yüzden ana akım medya, yükselmekte olan İslami hareketi ve Kürt hareketini kendi iktidarına yönelik birer tehdit olarak algıladı ve bunların önünü kesmek için iktidarın diğer bileşenleriyle, özellikle de “derin devlet” olarak tanımlanan kesimiyle yoğun ve etkili işbirliklerine gitti.
İktidarın medyası
2002’nin kasım ayından itibaren Türkiye’yi tek başına yöneten AKP’yi oluşturan kadroların çoğu o dönemde medyanın en fazla mağdur ettiği kişiler arasında yer alıyorlardı. Özellikle R. Tayyip Erdoğan, beş yıl önceki bir yazımıza başlık yaptığımız gibi
Örneğin medyanın gayretleri olmasaydı İstanbul gibi bir dünya kentinin belediye başkanı, sırf bir şiir okudu diye hapse atılamaz, başkanlığı elinden alınmazdı.
Geçen süre zarfında AKP ülkedeki iktidar yapısını tamamen değiştirdi. Buna bağlı olarak ana akım medya da siyaset üzerindeki belirleyici gücünü yitirdi, hatta son aşamada etkileyici olmaktan bile büyük ölçüde çıktı. Kuşkusuz Erdoğan ve kurmayları bu süreçte medyadan geçmişte yaşamış oldukları mağduriyetlerin de hesabını sormuş oldular.
Yine de medyada giden ve kalanlara baktığımızda bu hesaplaşmanın çok da adil bir şekilde gerçekleşmiş olduğunu söyleyemiyoruz. (Gereksiz polemiklere yol açmamak için isimlendirmelere gitmek istemiyorum.)
Hiç tartışma yok ki Türkiye’nin “medya iktidarı”ndan büyük ölçüde arınmış olması son derece iyi oldu. Ne var ki “medya iktidarı” yerini, belli bir süredir “iktidarın medyası”nın egemenliğine bırakmış durumda.
Buradan demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir medya atmosferi çıkması tabii ki mümkün değil. Bu sorunu aşıp aşamayacağımız, aşacaksak bunu nasıl yapabileceğimiz de belli değil.
Medyanın iktidarı, iktidarın medyası
Haberin Devamı