Medyada özeleştiri günleri ve NTV

Haberin Devamı

Dün Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç açık ve net bir şekilde, Gezi Parkı eylemcilerinin vatandaşlık haklarını kullandıklarını, yerel yöneticilerin onlarla diyaloğa girmeleri gerekirken zorla çadırlarının sökülmesinin, ardından yaşanan protesto gösterilerinde yine polisin orantısız şiddet kullanmasının yanlış olduğunu kabul etti.

Peki benzer bir konuşmayı neden ilk gün Başbakan Erdoğan, Arınç veya bir başka yetkili yapmadı? Kuşkusuz devlet kibri nedeniyle. Bu kibir yüzünden, eylemcilerin korku sınırını çoktan aşmış olduğunu; tazyikli sularının, biber gazlarının, gözaltılarının kimseyi yıldıramadığını göremiyorlardı.

Bütün bu kayıtsızlıklarını medyaya güvenmelerine borçluydular. Çünkü başta haber kanalları olmak üzere önde gelen medya kuruluşlarının, daha önceki örneklerde olduğu gibi, yaşananları görseler bile göstermeyeceklerinden, gösterseler bile devlet lehine çarpıtacaklarından emindiler.

Sorumlu değil sorumsuz yayıncılık

Nitekim öyle oldu. Gelişmeleri takip etmek isteyenler ya teknik imkânları kısıtlı, adları pek bilinmeyen birkaç muhalif kanalı, ya internetten yayın yapan yabancı televizyonları (ki içlerinde Norveçli olanı da vardı) izlemek zorunda kaldılar. Tabii bu sürecin en gözde mecrası, “baş belası” Twitter ve Facebook başta olmak üzere sosyal medya oldu.

Şöyle düşünelim: Eğer ilk günden önde gelen medya kuruluşları çadırların sökülüp yakılması veya polisin biber gazı ve tazyikli su zulmünü ayan beyan gösteren görüntüleri arşive atmak yerine yayınlasa; en iyi muhabirlerini yollayıp eyleme katılan insanlarla röportajlar yapsa; serinkanlı, akil isimleri konuk edip onlardan yorumlar alsa bu işler bu kadar büyür müydü? Vali ve Belediye Başkanı o basın toplantısını öyle yapabilir miydi? Başbakan “birkaç çapulcu” diye işin içinden çıkabilir miydi?

Bizde devlet öteden beri “Mehmetçik gazeteci” ister ve medyanın sadece devlete karşı işlendiği ileri sürülen suçlara karşı duyarlı, devletin suç ve kabahatlerine karşı duyarsız olmasını dayatır. Halbuki demokratik ülkelerde medyanın esas görevi devlete karşı toplumun yanında olmaktır.

Özeleştiri zamanı

Gezi Parkı direnişinin Türkiye’ye katkılarından biri de, medya sahiplerinin diğer ekonomik çıkarları gereği hükümetle iyi geçinme çabalarının ürünü olan otosansürü “sorumlu gazetecilik” olarak yutturma devrinin artık kapanması oldu.

Bazı medya kuruluşları hâlâ aynı tutumlarında ısrarlı olabilirler ama tüketici artık bunu yutmuyor; yutmadığını da hiç çekinmeden gösteriyor.

Okuyucu/izleyici tepkisinin sonuç almasına en çarpıcı örnek Doğuş Yayın Grubu CEO’su Cem Aydın’ın özeleştirisidir. Aydın 300 çalışanla buluştuğu toplantıda

“Yaşanan son gelişmelerin tüm medyayı olduğu gibi NTV çalışanlarını üzdüğünün de farkındayım. Eleştiriler büyük oranda haklıdır. Bunu herhangi bir nedenle değil vicdanımla söylüyorum. Mesleki sorumluluğumuz açısından bize düşen, olanı olduğu gibi vermektir. Dengesizlikler içinde denge arayışı tüm medyayı olduğu gibi bizi de etkiledi. İzleyicilerimiz ihanete uğramış gibi hissetti, bu konuda onları haksız bulmak mümkün değil” demiş ve yaşanan sıkıntılar konusunda izleyicilere ve DYG çalışanlarına bir özür borcu olduğunu söylemiş.

Umarım NTV izleyicisiyle olan güven ilişkisini tazeler ve o kurumda çalışan arkadaşlarımız, meslektaşlarımız nicedir çektikleri sıkıntı ve utançtan kurtulurlar. Ama dost acı söyler: Bunun gerçekleşebileceğini pek sanmıyorum. Umarım beni mahcup ederler.

Medyada özeleştiri günleri ve NTV


Normal şartlarda bu anı fotoğrafını kendime saklamak istiyordum
ama NTV yöneticilerinin kendilerine hatalarını hatırlatması için aracı aynen muhafaza edeceklerini duyunca bu fikrimden vazgeçtim.)

DİĞER YENİ YAZILAR