İstanbul’da yaşayan bir gazeteci olmama rağmen TBMM çalışmalarını izlemek, kulislerde farklı partilerden milletvekilleri, onların danışmanları, ziyarete gelmiş seçmenler ve tabii ki Ankaralı meslektaşlarımla sohbet etmeyi çok severim, özellikle de Salı günlerini.
Çünkü Salı günleri saat 10.30 ile 14.30 arasında sırasıyla MHP, AKP, BDP ve CHP grupları toplanır, liderler konuşur; bu vesileyle herkesi görme, her partinin gündemini öğrenme ve bunları karşılaştırma imkanına kavuşursunuz ki bu yüzden Salı günleri Meclis benim gibi siyasi konularla ilgilenen bir gazeteci için hazine değerindedir. Bu yasama dönemine kadar Meclis TV grup konuşmalarının tümünü yayınlıyordu ve bu nedenle tüm ülke, en azından haftada bir gün Meclis’te olup bitenlerden haberdar olabiliyordu; artık konuşmalar kısmen yayınlanıyor. Kuşkusuz demokrasimiz için iyi bir uygulama değil bu, yine de geçen dönemlerde bazı Salı günlerinin, liderlerin peş peşe gelen hırçın konuşmaları nedeniyle ülkenin daha da gerilmiş olduğunu da unutmamamız lazım.
Neyse, bu yazıda dün Meclis’te dikkatimi çeken bazı noktaları aktarmak istiyorum. Bundan böyle mümkün olduğunca Salı günleri Meclis’te olup izlenimlerimi sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
MHP kasetlerine ne oldu?
Partileri, grup toplantısı sırasıyla ele alalım ve önce MHP ile başlayalım. MHP’de seçim sonrası yaşanan durgunluğun aynen sürdüğünü gözledim. Malum seçim öncesi 9 parti yöneticisinin evlilik dışı ilişkilerinin kaydedildiği kasetlerin şokunu yaşayan bu parti sandıkta da arzuladığı sonucu elde edemedi. Dün konuştuğum bazı MHP milletvekilleri normal şartlarda yüzde 20 oyu zorladıklarını ama kaset yayınları yüzünden çok oy kaybettiklerini iddia ettiler.
Buradan yarım kalmış o tartışmaya dönüş yapabiliriz:
Bu kasetleri kim, neden kaydetti ve niçin seçim öncesi sızdırdı? İnternette bu kasetleri yayınlayanalar kendilerini “ülkücü” olarak gösteriyorlardı. “Gerçek ülkücüler” mi, “farklı ülkücüler” mi, her neyse o adı kullanan kişilerin sesleri neden çıkmıyor? Eğer gerçekten parti içi bir muhalif grup söz konusu olsaydı, bu seçim sarsıntısının ardından Bahçeli yönetimini sarsıyor olmaları beklenmez miydi? Sonuçta bu operasyonun esas olarak MHP’nin oylarını azaltmayı, hatta mümkünse yüzde 10’un altına çekmeyi hedeflediğini rahatlıkla söyleyebiliriz gibi geliyor bana.
Başbakan’ın ana acısı
Dün Başbakan Erdoğan annesini kaybettikten sonra ilk kez kamuoyuna hitap etti. Bu kayıptan duyduğu acı sesine de yansıyordu. Nitekim konuşmasının ilk bölümünü de bu konuya ayırdı; yaşam ve ölüm ilişkisi üzerine duygusal sözler söyledi, başsağlığı dileyen herkese teşekkür etti.
Başbakan’ın dünkü konuşmasında yeni anayasa çalışmaları hakkında söylediği sözlerin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Öylesine pozitif, yapıcı ve iyimser konuştu ki içimden sık sık “inşallah” dedim. Evet, inşallah bu Meclis, parti çıkarlarını filan geri plana itip bir yıl içinde tüm ülkenin benimseyebileceği modern, özgürlükçü, demokratik bir anayasayı ortaya çıkarır. Ben de Erdoğan gibi Türkiye’nin tarihi ve deneyiminin bunu mümkün kıldığı kanısındayım ne var ki Kürt sorununun yeni anayasada nasıl ele alınacağı sorusu tüm vahametiyle ortada duruyor.
“Biz Kürtleri kazanın”
Buradan BDP’ye geçebiliriz. BDP’lilerin gündeminde Abdullah Öcalan vardı. Gemlik’te yapmak istedikleri gösterinin engellenmiş olmasına çok öfkeliydiler. Selahattin Demirtaş’ın dünkü konuşması da (bu arada Demirtaş’ın performansının giderek yükseldiğinin altını çizmek isterim) Kürt hareketinin önümüzdeki dönemde ana talebinin Öcalan’a ev hapsi olacağını gösteriyordu.
Ben yine de Demirtaş’ın Suriye’den hareketle söylediklerini daha çok önemsedim. Ortadoğu’da Türkiye, İran ve İsrail arasında amansız bir rekabetin olduğunu söyleyen Demirtaş tarafların dördüncü bir gücü, Kürtleri ihmal etmemeleri gerektiğini söyledi. Onun AKP hükümetine şöyle bir çağrı yaptığını söyleyebiliriz: “Eğer bölgesel bir güç olmak istiyorsanız bizi kazanın.” Bunun bir başka versiyonu da şu olabilir: “Bizi karşınıza alırsanız bölgesel güç olmanızı engellersiniz.”
CHP’nin gücü
Son olarak CHP’ye değinelim. Kemal Kılıçdaroğlu malumu ilan etti ve “köstebek bakan”ın Beşir Atalay olduğunu ileri sürdü. Kuşkusuz hayli ses getirecek bir suçlama. Ama yeni değil. Daha önemlisi aklıma şu takılıyor: Baykal genel başkanken CHP’de bu tür iddialar Grup Başkanvekili Kılıçdaoğlu tarafından gündeme getirilir ve ciddi sonuçlar alınırdı. Sonra Kılıçdaroğlu lider oldu ama daha önceki dönemde üstlenmiş olduğu rollerin dışına pek çıkamıyor, çıksa da fazla etkili olamıyor.
Hal böyle olunca CHP ana muhalefet partisi fonksiyonunu, bana göre, tam olarak yerine getiremiyor.
Meclis’te ilk Salı
Haberin Devamı