Mardin’den Kürt açılımına bakış

Haberin Devamı

Türkiye’de galiba görmediğim il merkezi kalmadı. İstanbul ve İzmir’i klasman dışı tutacak olursak, en sevdiğim ilin Mardin olduğunu söyleyebilirim. İlk kez 1987 Genel seçimleri kampanyalarını izlemek için, o tarihte Fransa’nın Le Monde gazetesi Türkiye muhabiri olan, sevgili dostum Jean-Pierre Thieck’le (kendisini üç yıl sonra AIDS’ten kaybettik) gittiğimde Mardin beni tek kelimeyle büyülemişti. O gün bugündür Mardin’i görmek için elime geçen her fırsatı değerlendirdim, olmadı fırsatlar yarattım.

Geçen hafta sonu da böyle bir şans yakaladım ve kaçırmadım: TRT-2’de “Açık Kitap” programını sunan eşim Müge İplikçi, Dünya Öykü Günü’nün bu yıl Mardin’de kutlanacağını ve ekip olarak çekime gideceklerini söylediğinde tereddütsüz “Ben de geliyorum” dedim. Sonunda Mardin’le hasret giderdim.

AKP’liler de umutsuz

Siyasi açıdan Mardin il merkezinin en dikkat çeken özelliklerinden biri, çevresindeki Kızıltepe, Nusaybin gibi ilçelerin aksine, yıllardır süren çatışma ortamından çok az etkilenmiş olmasıdır. Kimbilir belki beni bu ile çeken nedenlerden biri de onun bölgede bir tür “sükunet adası” gibi durmasıdır. Mardin’in bu ayrıcalıklı konuma nasıl eriştiğini tartışmayı erteleyip yıllar içinde vardığım bir sonucu aktarmak istiyorum: Sayıları maalesef az olan Mardin gibi “sükunet adaları” Kürt sorunun ne olduğunu, nereye doğru evrildiğini anlamamıza epey yardımcı oluyor.

Nitekim bu hafta sonu Mardin’de yaptığım sohbetler, benim “Kürt açılımı” demekte ısrar ettiğim sürecin nasıl bir aşamada olduğunu anlamak ve geleceği hakkında öngörülerde bulunmakta epey yardımcı oldu. “Açılım Mardin’den nasıl görünüyor?” sorusuna çok uzatmadan “buharlaşmış” cevabını verebilirim. Ama biraz uzatmak ve neden böyle göründüğünü izah etmek şart.

Öncelikle şu hususun altını çizmeliyim: Açılımın buharlaştığı yargısına BDP’lilerden ziyade AKP’ye yakın kişilerle yaptığım sohbetlerden sonra vardım. Bu kişilerin çoğunu 1994’den, Refah Partisi saflarında siyaset yaptıkları zamandan beri tanırım. Her Mardin’e gidişimde kendilerini görmeye, onlarla konuşarak nelerin nasıl değiştiğini anlamaya çalışırım. Bu sefer da kendilerinden çok şey öğrendim. İlginçtir, Başbakan Erdoğan’ı çok sevmelerine, ona sonuna kadar güvenmelerine rağmen açılım konusunda herhangi bir umutları olmadığını üzülerek ifade eden bu kişilerden hiçbiri Kürt değil. Arap kökenli olmalarına rağmen Kürt sorununun kalıcı ve demokratik bir şekilde çözümünü arzuladıklarına tanıklık edebileceğim bu kişiler gelinen noktada eski DTP, yeni BDP’nin de sorumlulukları olduğunu vurguluyorlar ancak hükümetin kendilerini hayal kırıklığına uğrattığını da gizleyemiyorlar.

Koşar adım kopuş

Mardin girişinde billboardlarda “Başkanımızı İstiyoruz” afişleri asılıydı ve Kızıltepe’nin DTP’li Belediye Başkanı Ferhan Türk’ün (kendisi Ahmet Türk’ün yeğenidir ve 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra da hapis yatmıştır) serbest bırakılması isteniyordu. Daha sonra ilde yeni KCK operasyonu yapıldığını ve DTP ile BDP’de siyaset yapan çok sayıda kişinin gözaltına alındığını öğrendik. Mardin’de görüştüğüm AKP’liler bu operasyonların mantığını anlamakta zorlandıklarını söylüyor ve “Bunların halkı daha fazla BDP’ye ittiğinin farkında değiller mi?” diye soruyorlar.

BDP’lilerin açılıma nasıl baktıklarını uzun uzun anlatmaya gerek yok. Ağustos ayında DTP’lilerde ümitli ama kuşkulu bir heyecana tanık olmuştum. Bu sefer ümit gitmiş, kuşku her şeye egemen olmuş. Dolayısıyla heyecandan da eser kalmamış. BDP’liler, hem DTP’nin kapatılması, hem üstüste gelen operasyonlar, hem de açılım adına hiçbir şeyin yapılmamsıyla koşar adım bir kopuş yaşıyorlar.

DİĞER YENİ YAZILAR