Cuma akşamı yazdığım ve cumartesi günü çıkan yazımda (http://www.rusencakir.com/Adim-adim-9-hata/2041 ) “Başbakan’ın bir an önce direnişi sonlandırmak istediği açık. Hatta bu yazıyı yazdıktan sonra, muhtemelen daha önce de olduğu gibi sabaha karşı böyle bir operasyon yapılmış bile olabilir” diye yazmıştım. Başbakan’ın cuma gecesi geç saatlere kadar bir grup aydın ve Taksim Dayanışması temsilcisiyle konuşmasıyla bir uzlaşma havası esince “açığa düşmüş” gibi oldum. Nitekim cumartesi günü Gezi Parkı girişindeki barikatlar kaldırıldı, çadırların sayısının bire indirileceği söylenir oldu. Fakat Erdoğan’ın Ankara mitinginde “ya çıkacaksınız, ya çıkaracağız” diye meydan okumasıyla hava yine değişti ve malum gelişmeler yaşandı.
Erdoğan dün Kazlıçeşme Meydanı’na “muzaffer bir komutan” gibi girdi ama bu zaferin nasıl kazanılmış olduğunu, anaakım medyanın bütün gizleme, karartma ve saptırma çabalarına rağmen biliyoruz. Yine devlet ve belediye imkânlarıyla Kazlıçeşme doldurulurken, devlet zoruyla Taksim’e kimsenin sokulmadığını da biliyoruz. Dolayısıyla bu zafer tartışmalıdır.
Kazlıçeşme-Taksim
Ancak Gezi Direnişi’nin siyasi bilançosunu sadece dünkü Kazlıçeşme-Taksim kıyaslamasıyla çıkarmak yanlış olacaktır. Bütün bir sürece bakmamız şart. Direnişin ilk gününde Twitter’da şöyle sormuştum: “Kazananı (toplum) ve kaybedeni (devlet) baştan belli olan bir mücadele bu. Bakalım devlet bu gerçeği ne zaman kabullenecek?” Sanıyorum devlet/hükümet bu gerçeği ilk günlerde gördü, ama kabullenmek istemedi.
Çünkü polis/gaz bombası/tazyikli su/gözaltılar ile zaten örgütsüz ve kendiliğinden olan direnişi kırabileceğini düşündü. Ama direnişin esas gücünün bu örgütsüzlükten geldiğini anlamadı, bir aşamadan sonra korku sınırını aşabileceğini öngöremedi.
Medyanın büyük ölçüde kontrol altında olmasına fazla güvendi. Ama sansür ve otosansürün tam tersi etki yaratacağını, sosyal medyanın inisiyatifi ele geçireceğini hesaplayamadı.
AKP lideri bir aşamadan sonra, aslında ilk günlerde aklına gelen çözüme yöneldi: Gezi direnişçilerinin karşısına kendi tabanını çıkarmak. Havaalanlarındaki karşılamaları saymazsak, cumartesi Ankara’da, dünse İstanbul’da düzenlenen mitinglerin hiç de yerel seçimlerin startı olmadığı, asıl amacın Gezi’ye cevap vermek olduğu açık.
Mitingler ne getirdi?
Dün Taksim’e insanların girmesine izin verilmediği için sayısal kıyaslama yapma imkânımız yok. Ancak her durumda yıllardır İstanbul’da birinci parti çıkan AKP’nin daha büyük kalabalık toplaması son derece doğaldır. Zaten esas soru şudur: Bu mitingler AKP’ye ve hükümete ne kazandırmıştır?
Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğu andan itibaren, yani en az 25 yıldır takip etmeye çalıştığım Erdoğan’ın siyasi kariyerinin en kritik hatalarını bu süreçte yaptığını düşünüyorum. Her şeyden önce, bundan önceki çok daha kritik nice olayda gösterdiği serinkanlılığı, itidali bu sefer göstermedi. Hâl böyle olunca Gezi direnişini Türkiye’nin başına örülen en büyük çoraplardan biri olarak tarif etmeye kalkıyor.
Bu komplodan da, kimi zaman isim vererek, kimi zaman da imayla içerideki ve dışarıdaki bazı güç odaklarını sorumlu tutuyor. Fakat ortada çok ciddi bir sorun var: Sözünü ettiği odakların çoğu, 10 yılı aşkın sürede AKP hükümetinin bir tür sigortası olmuşlardı. Örneğin AB, Avrupa Parlamentosu gibi kuruluşların, uluslararası medyanın sunduğu meşruiyet ve destek olmasa daha önceki nice badireyi AKP o kadar kolay atlatabilir miydi?
İhtiyaç kalmadı
AKP lideri, belki artık bu güçlere eskisi kadar ihtiyacı olmadığını düşünüyordur. Yine aynı şekilde, askeri vesayetle mücadele, kapatma davası, referandum gibi en kritik anlarda yanında yer almış ama AKP’li olmayan toplum kesimlerine, bazı kişi ve kurumlara da ihtiyaç duymuyor olabilir.
Çünkü son dönemde benimsediği söylemin kendisinin oylarını artıracağını düşünüyor olabilir. Mümkündür. Şahsen Gezi Direnişi’nin AKP’nin oylarını artırma ihtimalinin daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Ama bu tek başına ne kadar yeterli olabilir?
Çünkü demokratik bir toplumda siyasi iktidarlar, kendisinden olmayan kesimleri kendisine “ne kadar az düşman” kılarsa o kadar başarılı ve kalıcı olurlar. Nitekim 2002 sonundan bugüne kadarki zaman dilimine baktığımızda AKP ve Erdoğan’ın başarısının ana nedeninin, siyasi, ekonomik ve toplumsal istikrarı sağlamaları olduğunu; bunda da, şu son günlerde karşısına aldığı kesimlerin payının yüksek olduğunu görürüz.
Eğer Erdoğan bu çatışmacı, ayrıştırıcı dilini sürdürürse, oylarını yüzde 60’a çıkarsa bile, yalnızlaşmasını durdurma şansını yakalayamayacaktır. Dünkü Kazlıçeşme mitinginde de değişebileceğine dair herhangi bir işaret görebilmiş değiliz...
Mağlup sayılır bu yolda galip
Haberin Devamı