“Kurtulmak yok tek başına...” dedik hiçbirimiz kurtulamadı

Haberin Devamı

Sol ve İslam/4

1970’li yıllarda sosyalist sol gruplarda, ne zaman “kadın sorunu” gündeme gelse hemen “Kurtulmak yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz!” sloganı devreye girerdi. Bu sloganın dile getirdiği yaklaşım ilk bakışta kadın-erkek eşitliğini temel alıyor görünürdü. Fakat aslında kadın sorununu başlıbaşına almayı erteleyen, hatta bu tür feminizan talepleri neredeyse ihanetle eşdeğerde gören bu yaklaşım nedeniyle sol hareketlerdeki erkek egemenliği iyice pekişti ve içinden feminist hareketler çıkaramadı.

O tarihlerde sol, kapitalizmle, emperyalizmle ve faşizmle mücadele etme iddiasında olduğu için sadece “kadın sorununu” değil Kürt sorunu, Alevi sorunu gibi kimlik temelli konuları görmezden geliyor ve bunların çözümünü devrim sonrasına erteleniyordu. Bu tutum, gördükleri toplumsal, kültürel vb. baskılardan kurtuluşun adresi olarak solu görmüş olan kadınlarda, Kürtlerde, Alevilerde... derin hayal kırıklıkları yarattı.

12 Eylül 1980 askeri darbesinin yol açtığı yenilgi psikolojisinden kolay kolay kurtulamayan sol hareketler, varkalmanın yegane reçetesi olarak geçmişlerine sıkı sıkıya sahip çıkmayı gördüler. Halbuki Türkiye, tüm dünyada olduğu gibi, kimlik siyasetlerinin ön plana çıktığı, makro politikaların yerini mikro politikalara bıraktığı bir dönemden geçiyordu. Ve zaten gücünü büyük ölçüde yitirmiş olan solun bu değişime ayak uyduramayacağı iyice anlaşılmaya başlanınca, kimlik temelli politikalara öncelik veren kesimler teker teker ondan kopup kendi hareketlerini oluşturdular. Örneğin hâlâ belli bir güce ulaşamamış olan feminist hareketin ilk önde gelen isimleri ve taşıyıcıları soldan gelmiştir. Keza Alevi hareketinin kendi başına yol almasında başrolü üstlenenlerin büyük kısmı sol kökenlidir. Zaten 1970 sonlarında Türk solundan ayrışmaya başlayan Kürt siyasi hareketi, 1980’lerden itibaren iyice milliyetçi/kimlikçi bir çizgiye kaymış ve soldan birçok militanı (ki içlerinden Kürt kökenli olmayanlar da var) saflarına devşirmiştir.

Ulusalcılığa katkı

Solun kimlik temelli politikalara karşı olan alerjisi, İslam dini ve dindarlar söz konusu olduğunda daha net bir şekilde ortaya çıktı. İslami hareketin 1980’li yıllardaki yükselişini tepkili bir kıskançlıkla izleyen ve bunu genellikle farklı komplo teorileri veya kaba sınıfsal tahlillerle izah etmeye çalışan solcular, dindarların bir takım taleplerini anlamadılar, hatta anlayamadılar. Örneğin 1980 ortalarında ortaya çıkan üniversitelerdeki türban sorunu, aslında solun yeni döneme kendini adapte edebilmesi için mükemmel bir fırsattı. Fakat önemsenmeyecek istisnai durumlar dışında, üniversitelerde de hâlâ belli bir gücü koruyan sol gruplar bu soruna müdahil olmaktan kaçındı. Hatta bazılarının yasağı desteklediğine şahit olundu. Kimileri uğraşacak daha önemli sorunları olduğunu söyledi; kimileri türbanı egemen sınıflar arasındaki bir kapışma olarak gördü; bazıları da solun gördüğü baskılara İslamcıların destek vermemiş olmasını bahane etti. Sonuçta sol, 1980’li yıllarda “herkes için özgürlük” istediğini gösteremediği gibi dindarlarla arasındaki mesafenin daha da açılmasına sebebiyet verdi.

Kimlik politikalarını kendi bünyelerine taşımadaki isteksizlikleri (ve beceriksizlikleri) solcuların bir bölümünü bu tür hareketlere karşı nefret ve düşmanlık beslemeye kadar götürdü. Bugün “ulusalcılık” akımının belli bir noktaya ulaşmasında solun Kürt, Alevi, kadın, İslam gibi kimlik temelli sorunlara aşırı tepki vermesi ve bunların büyük kısmını “emperyalist komplo” olarak görmesinin etkisi büyük, hatta yer yer belirleyici olmuştur.

Yarın, sol ile İslam arasındaki sorunların çözümü üzerine tartışmaya devam.

DİĞER YENİ YAZILAR