İran Kürtleri hala bir “muamma” olarak dursa da, önce Irak, ardından Türkiye ve Suriye’de yaşananlarla birlikte Kürtler bağımsız bir aktör olarak bölge sahnesinde rol almaya hazırlanıyor.
Bundan birkaç yıl önce, Beşşar Esad henüz “Esed” değilken, yani Türkiye ile çok iyi ilişkiler içindeyken, sıklıkla yaptığı gibi Türk basınına “özel” bir söyleşi vermiş ve birçok gazete de o sırada ülkemizde “Kürt açılımı” yaşandığı için onun Kürt sorunu konusunda onun Ankara’ya verdiği öğütleri başlığa çıkarmıştı.
Kendi ülkesindeki Kürtlerin çoğuna vatandaşlık hakkı bile tanımayan bir kişinin komşusuna bu konuda ahkam kesmesi tabii ki garipti ama hiç de yabancısı olduğumuz bir durum değildi çünkü tarih boyunca Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de yöneticiler kendi Kürt sorunlarını görmezden gelip diğer ülkelerdeki Kürtlerle yakından ilgilenmeyi ihmal etmemişlerdi. Bu konuda en çarpıcı örneklerden biri hiç kuşkusuz Beşşar’ın babası Hafız Esad’ın yıllarca PKK’ya hamilik yapmış olmasıdır. Öte yandan gerek Şahlık, gerekse İslam cumhuriyeti dönemlerinde İran devletinin Irak’taki Kürtlerin bazılarına destek verdiği, buna karşılık Irak’taki Baas rejiminin de İranlı Kürt gruplara el uzattığı biliniyor.
Bölgemizin yakın tarihi, Ankara, Tahran, Bağdat ve Şam’daki yöneticilerin Kürtlerin kendi ayakları üzerinde durma ihtimali ortaya çıktığında aralarındaki sorunları nasıl bir kenara bırakıp ortak taktik ve stratejiler geliştirdiklerinin örnekleriyle de doludur. Bunun sonucunda Kürtler hep yalnız, kaybeden, acı çeken taraf olmuştur.
Kürtlerin Filistini: Rojava
Ancak 21. yüzyılla birlikte Kürtlerin bu kısır döngüyü kırmaya başladıklarına tanık oluyoruz. Her ne kadar İran Kürtleri bir “muamma” olarak dursa da, önce Irak, ardından Türkiye ve nihayet Suriye’de yaşananlarla birlikte Kürtler bağımsız bir aktör olarak bölge sahnesinde rol alıyor. Kürtlerin çatışma, çekişme, rekabet gibi eski alışkanlıkları bir kenara bırakıp birbirleriyle dayanışma içine girmeleri, hatta birlik yolunda inisiyatifler geliştirmeleri özellikle dikkat çekiyor.
Konuyu açmak için şu günlerde yaşanan iki örneği ele alalım:
1) Yıllardır dile getirilen ama hep bir engele takılan “Kürt Ulusal Konferansı” çok geçmeden gerçekleşeceğe benziyor. Irak Kürdistanı’nın Selahaddin kentinde yapılan ve 4 saat süren hazırlık toplantısına Mesut Barzani, Başbakan Neçirvan Barzani, KCK Yürütme Konseyi üyeleri Sabri Ok, Zeki Şengali ve Ronahi Serhat, DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) Politbüro üyeleri Sadi Pira ve Adnan Müfti, PYD (Suriye) eş başkanları Salih Muslim ve Asya Abdullah ile birçok parti ve sivil toplum kuruluşu temsilcisi katıldı. Toplantıda “Kürt ulusal konferansı” için hazırlık komitesi kurulması kararı alındı.
2) Suriye’de Kürtlerin yaşadığı ve “Rojava” diye adlandırılan bölgede çok sıcak çatışmalar yaşanıyor. Bir tarafta PKK’ya yakın olarak bilinen PYD’nin çizgisindeki YPG (Halk Savunma Birlikleri) adlı Kürtlerin askeri örgütlenmesi, diğer tarafta El Kaide çizgisine yakın bazı İslamcı gruplar. İlkin Serekaniye’de (Resulayn) başlayan giderek tüm Rojava’ya yayılan çatışmalar üzerine önce Suriye Kürtleri arasındaki ayrılıklar rafa kalktı. Ardından PKK’ya ek olarak Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi de Suriye Kürtlerine yardım için hazır olduklarını açıkladı. Bütün bunlar Rojava’nın tüm Kürtler tarafından bir tür “Filistin” olarak görüldüğü yolundaki tespitlerin isabetli olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin tavrı
Son yıllarda peş peşe yaşanan gelişmeler ışığında bölgemizde artık dört ayrı ülkenin Kürt sorunlarına ek olarak ortak bir “Kürdistan sorunu”nun söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. İşte Türkiye başta olmak üzere bu 4 ülkenin geleceği bu Kürdistan sorununda neyi nasıl yaptıkları tarafından belirlenecek.
Geçen yıl, “yeni İmralı süreci” başladıktan kısa bir süre sonra kaleme aldığımız bir yazıda (http://www.rusencakir.com/Kurdistan-sorununun-figurani-degil-basrol-oyuncusu-olma-firsati/1917) “Eğer PKK’nın silahsızlandırılması ve Kürt sorununun barışçı çözümü mümkün olabilirse Türkiye ‘Kürdistan sorunu’nun baş aktörü olabilir” demiştik.
Sürecin bir yıllık bilançosunu çıkartmaya kalktığımızda artı hanesine çok fazla şey yazamamanın burukluğunu yaşıyoruz. Buna karşılık sürece yönelik eleştiri, itiraz ve muhalefet her geçen gün artıyor ve öne çıkıyor. Öyle ki Suriye Kürtlerinin radikal İslamcı gruplar karşısında elde ettiği başarılar ülkemizde bazı kesimlerde infiale neden olabiliyor ve o hep bildiğimiz “sınırımızda Kürt devlet oluşumu kırmızı çizgimizdir” söylemi yeniden devreye sokuluyor.
Halbuki Türkiye, Suriye ve Irak’ta (yakın gelecekte de İran’da) Kürtlerin güçlenmesi Ankara için bir krizden çok fırsat olarak görülmeli. Zira siyasi iktidarın hem Irak Kürtleri, hem de Abdullah Öcalan ile sistemli ve iyi ilişkileri mevcut. Öcalan aracılığıyla Suriye’de PYD’ye ulaşmak da çok kolay.
Eğer hiçbir anlamı kalmamış “kırmızı çizgi” saplantısından sıyrılıp bu ilişkiler temelinde tüm Kürtlerle yoğun ve sistemli bir işbirliğine gidilirse hem Kürtler, hem Türkler kazanır. Çünkü Kürtlerin kendi ayakları üzerinde durmaları ve birlikte hareket etmelerini engellemek artık kesinlikle mümkün değil.