‘Kürt sorununda silah artık kapı açmıyor, tam tersine kapatıyor’

Haberin Devamı

Uluslararası 7. Avrupa Birliği, Türkiye ve Kürtler Konferansı dün Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nda başladı. Konferansın “Türk-Kürt Diyaloğu: Barış İçin Yegane Yol” başlıklı ilk oturumunda BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Demokratik Toplum Kongresi’nden Yüksel Genç (kendisi 1999’da Kandil’den gelip teslim olan PKK’lı “barış grubu”ndandı ve yıllarca hapis yattı), Radikal Gazetesi yazarı Cengiz Çandar ve ben konuşmacıydık. Konferansın ilk gününde yaşananları yarınki yazımda ayrıntılarıyla ele alacağım, bugünkü yazımda konferans öncesi ilk izlenimlerimi ve konuşmamda nelere değindiğimi aktarmak istiyorum.

Öncelikle şunu kabullenmek gerekiyor: Her ne kadar son dönemde Batı’nın Türkiye’deki Kürt siyasi hareketine ilgi ve desteğinin azaldığı bilinmekle birlikte, bu hareket Batı’da, özellikle de Avrupa’da, bir daha sökülemeyecek bir şekilde kök salmış durumda. Kürt hareketinin Avrupa’daki kurumsallaşmasının iki belirgin nedeni var:

1) PKK başta olmak üzere Kürt siyasi hareketi Avrupa’ya çok ciddi bir şekilde yatırım yapmış; çok sayıda kurumu var etmiş ve bu kurumların etrafında işlerini son derece profesyonelce yapan kadrolar yetiştirmiş.

2) Kürt siyasi hareketi Güneydoğu’dan gelmiş göçmen işçiler arasında çok etkili çalışmalar yürütmüş. Artık Avrupa’daki Türkiyelilerin Türk ve Kürt diye çok net bir şekilde ayrışmakta olduğunu kolaylıkla gözlemliyoruz.
Dolayısıyla Başbakan Erdoğan başta olmak üzere, devlet yetkililerinin Avrupalı yöneticilerden Kürt sorunu bağlamında sık sık şikayet etmelerinin çok fazla bir anlamı yok. Eğer Kürt siyasi hareketi çok bariz hatalar yapmazsa, Avrupa devletlerinin onları tasfiyeye kalkışmalarının herhangi bir meşruiyeti ve kalkışsalar bile bunda başarıya ulaşmalarının herhangi bir ihtimali ufukta gözükmüyor.

Silah inadı

“Bariz hata” derken tabii ki “silahlı mücadele” ve buradan da hareketle “terör eylemleri”ni kastediyorum. 11 Eylül 2001’deki terör saldırılarının ardından tüm Batı’da güvenlik kaygılarının öne geçtiğini ve Kürtlerin de buna bağlı olarak kendi stratejilerinde ciddi değişikliklere gittiklerini biliyoruz. Diğer bir deyişle, PKK eğer bir şekilde silahlı eylemlerini Batı’ya taşımış olsaydı çok çok ağır darbelere maruz kalabilirdi. Bu aşamadan sonra PKK’nın Avrupa’da “terörist” olarak tanımlanabilecek eylemlere gitmesi hiç gerçekçi olmayacaktır, ama örgütün herhangi bir nedenle Türkiye’de silahlı mücadeleye yeniden ağırlık vermesi ve çarpıcı terör eylemleri gerçekleştirmesi durumunda, bunun bedelini bir şekilde Avrupa’da ödeyecektir.
Konferans öncesi, çoğu Avrupa’da faaliyet yürüten bir grup Kürt siyasetçiyle işte tam da bu konuyu tartıştık, daha doğrusu tartışmaya çalıştık. Gerek yazılarımda, gerekse katıldığım daha önceki toplantılarda PKK’yı “kayıtsız şartsız silah bırakma”ya çağırdığımı bildikleri için beni “devletin dilini kullanmak” ile eleştirdiler ben de kendilerine özetle şunu anlatmaya çalıştım: Yakın bir zamana kadar, silahlı mücadelenin Kürt sorununda kapalı bazı kapıları açmış olduğu bir gerçektir ama artık silahlı mücadele kapı açmak bir yana, aralanmış ya da açılmış kapıların kapanmasına yol açabiliyor.

Konferansta yaptığım konuşmada da bir Türk-Kürt diyaloğunun sağlıklı bir zeminde gerçekleşmesinin ilk şartının “ateşkes” değil “silahlardan arınma” olduğunun altını çizdim.

Benim bu yaklaşımımın Kürt siyasi hareketinde pek bir heyecan yaratmadığının farkındayım. Ama onların da silaha ve silahlı mücadeleye bir “tabu” olarak bakmaktan vazgeçemeleri gerekiyor. Bu yüzden çok kızdıklarını bilsem de gözlerinin içine bakarak “önce silahları bırakılması lazım” demeye devam edeceğim, tıpkı dün Brüksel’de yaptığım gibi.


DİĞER YENİ YAZILAR