Yaklaşık bir buçuk ay önce, yine bu köşeden “Kürt sorunu: Hâlâ vakit var mı?” diye sormuştum. O günden bugüne o kadar çok şey yaşandı (Foça saldırısı, Hüseyin Aygün’ün kaçırılması, Şemdinli olayları, BDP’li milletvekillerinin PKK militanlarıyla kucaklaşması, Gaziantep’teki kör terör eylemleri) ve ortalığı öylesine bir karamsarlık sardı ki bu soruyu sormaya bile mecalimiz kalmadı. Bir de buna Suriye’de iyice kızışan ve bizi de içine alan iç savaşı eklediğimizde durumun ne derece vahim ve hayati olduğu ortadadır. Ama “sözün bittiği yer” gibi ucuzluklara itibar etmeden konuşmayı, tartışmayı sürdürmemiz gerekiyor. Çünkü sık sık vurguladığım gibi Türkiye Kürt sorununu çözemezse Kürt sorunu Türkiye’yi çözer.
Bu bağlamda bir köşe yazısı ve bir rapordan söz etmek istiyorum. Ali Bayramoğlu dün Yeni Şafak’taki köşesinde Kürt sorunundaki umutsuz tablonun dört ayağını çok iyi formüle etmiş. Özetleyecek olursak:
1. AKP hükümetinin “ataerkil siyaset anlayışı”na göre hayata geçirdiği politikaların Kürt siyasi hareketi tarafından tasfiye tehlikesi olarak algılanması ve şiddetle karşılık bulması; bunun sonucunda hükümetin siyasi araçlara inancının azalması ve topyekün güvenlik politikalarına yönelmesi;
2. Hükümetin uygulamaya soktuğu güvenlik politikalarının sonuç vermemesi ve sorunu sadece güvenlikçi temelde çözme stratejisinin iflas etmesi;
3. Genel olarak Ortadoğu’da, özel olarak Suriye’de yaşananların PKK’nın yayılma ve hareket imkanlarını artırması;
4. Kürt siyasi hareketinin tüm unsurlarıyla, siyaset ile şiddeti eşitleyen bir tutum takınması.
Bayramoğlu, özetlemeye çalıştığım bu dört saptamadan hareketle şu önemli analizi yapıyor: “Kürt meselesi geldiği nokta itibariyle, sanıldığı ve yapıldığı gibi kolay açıklanabilir ve kolay çözülebilir bir mesele olmaktan çıkmıştır. Sorunun çözümünde geç kalındıkça, etkili siyasi cihazlar devreye girmedikçe, sorun azmakta, biçim değiştirmektedir.”
Kürt sorununun yeni halinin “dış politikadan iç politikaya yeni, demokratik, akılcı siyasi araçları üretmeyi kaçınılmaz kıldığını” belirten yazar iktidar partisinin “siyasi paradigmasını gözden geçirme”ye çağrıyor.
Bir eşikten diğerine
Dün Bayramoğlu’nun yazısını okuduktan sonra internet üzerinden bir rapordan haberdar oldum. “Kürt Sorununun Çözüm Mantığını Anlamak: Zorluklar, Zorunluluklar ve İdealler” başlıklı raporu Kırıkkale Üniversitesi’nden Prof. Erol Kurubaş, Ankara Strateji Enstitüsü için hazırlamış. Yazarın, çözüm için “milliyetçiliğin romantik tepkiselliğinden kurtulmak ve akılcılığın sağduyusunu esas alan bir devlet ve toplum aklıyla hareket etmek zorunluluktur. Çözüm, ideolojinin körlüğünde değil, tarafların rasyonalizasyonunda yatmaktadır” tespitine katılmamak mümkün değil.
Prof. Kurubaş Kürt sorununda üç eşikten bahsediyor: Kimlik eşiği, güven eşiği ve ayrılma eşiği. Ona göre “kimlik eşiği” çoktan aşıldı, “güven eşiği”ne epey yaklaşıldı ve halen “ayrılma eşiği”nin de çok uzağındayız. Prof. Kurubaş’ın üç eşik kategorileştirmesine fazla itirazım yok ama Türkiye’nin bir süredir onun “güven eşiği” dediği süreçten geçmekte ve dolayısıyla “ayrılma eşiği”ne hızla yaklaşmakta olduğuna inanıyorum.
Neyse, bu raporu, Gaziantep’teki terör saldırısının “güvenlikçi politikaların iflası”nı değil de tam tersine haklılığını gösterdiğine bizleri inandırmaya çalışanlara salık verip Prof. Kurubaş’ın bazı çözüm önerileriyle yazımızı noktalayalım:
“Devletin demokratikleştirilmesi ve toplumun özgürleştirilmesinin temel alınması,
Devletin siyasal birlik ve ülkesel bütünlük açısından “güvenlik ihtiyacı”nın karşılanması,
Asimilasyonist zihniyetten vazgeçilerek Kürtlerin ve kimliğini yaşamak isteyen herkesin “kimlik ihtiyacı”nın karşılanması,
Kürt milliyetçiliğinin “statü arayışı”nı rasyonalize etmesi ve gerçekçi davranması,
Ve nihayet terör ve şiddete son vererek her türlü talep, mücadele ve çözümün siyasal yollarla yürütülmesi.”
Görüldüğü gibi daha konuşacak, tartışacak çok şey var.
Kürt sorununda hangi eşikteyiz?
Haberin Devamı