İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın açıklamalarından, PKK militanı ve sempatizanı 34 kişinin ülkeye dönmesinin “Kürt açılımı” kapsamında planlı bir adım olduğunu, kısa süre içinde sayının Mahmur, Kandil ve Avrupa’dan dönüş yapacakların sayısının 100-150’ya ulaşmasının beklendiğini öğrendik. Ama hesapta olmayan çok önemli bir nokta hükümetin tadını epey kaçırmış durumda. Başbakan Erdoğan başta olmak üzere iktidar partisi yetkilileri, gelenlerin karşılanmasının bir şölene, bayrama dönüştürülmüş olmasından rahatsız olduklarını defalarca dile getirdiler.
Çünkü Güneydoğu’daki bu şenlik havası ülkenin geri kalan kısmında ciddi manada tedirginlik ve öfkeye yol açıyor. Ülkenin Batısında “Ne oluyoruz?” sesleri AKP tabanını da etkisi altına alacak şekilde yükseliyor. Bu adımın PKK’nın silahsızlandırılıp barış ortamının tesisi, dolayısıyla Kürt sorununun çözümü için elzem olduğu yolundaki değerlendirmeler, bu tepki ortamında ya duyulmuyor ya da kulak ardı ediliyor.
“Ne zafer, ne yenilgi”
Peki hep böyle mi devam edecek? Daha önemlisi, böyle devam ederse ne olur? Önce ikinci sorudan başlayacak olursak, çok kötü, feci bir durum çıkar ortaya. Daha açılım sürecinin başında dile getirilen “Kürt sorununu çözmek isterken Türk sorunu yaratılması” ikazı doğrulanmış olur. Böylesi bir gelişmenin yaşanması halinde Türkiye’nin nelere sahne olabileceğini dile getirmek, tartışmak bile başlıbaşına bir felaket olur.
İlk soruya dönecek olursak: Cevap “Böyle devam etmemeli, edemez” olacaktır. Ancak temenniden siyasi gerçekliğe geçecek olursak, bu gidişatı durdurmanın mümkün olmakla birlikte çok da kolay olmadığını görebiliriz. Kuşkusuz bu noktada DTP’nin, PKK’nın, Abdullah Öcalan’ın ve onlara yakın kişi ve çevrelerin sorumluluğu hayli yüksek. Eğer yasal ve yasadışı Kürt siyasi hareketi, açılıma somut anlamda start verilmiş olmasını bir “zafer” gibi lanse ederlerse hem kendileri, hem hükümet, hem de tüm Türkiye kaybeder. Nitekim DTP Genel Başkanı yaşananları “ne zafer, ne yenilgi” olarak tanımladı, fakat Türk ve arkadaşlarının yollara dökülen binlerce insan üzerinde yeterince etkili olabildikleri kuşkulu. Bunda, bugüne kadar kendilerine yüklenmek isteyen misyonları hep PKK ve Öcalan’a transfer etmek istemelerinin de payı büyük.
Kime görev düşüyor?
Devlet bu sorunun çözümünü İmralı ve Kandil’e (en azından aleni olarak) havale edemeyeceğine göre nasıl bir yol bulunabilir? Bu aşamada benim “yarı-yasal” olarak tanımladığım, DTP ile PKK ve dolayısıyla Öcalan arasında köprü rolü oynayan bazı isimler devreye girebilir. Her ne kadar son KCK operasyonlarında bu tür isimlerin birçoğu tutuklanmış olmakla birlikte yine de bazı kişiler bu profile uygun gözüküyor. Örneğin 10 yıl önce Öcalan’ın talimatıyla teslim olup yıllarca hapis yattıktan sonra tahliye olanlar.
Bunlardan ilk akla gelen isimlerden biri hiç kuşkusuz Seydi Fırat. Pazartesi günü yaşanan ülkeye dönüş operasyonunda kilit rol oynayan Fırat’a dün akşam üzeri konvoyla birlikte Diyarbakır yolundayken ulaştım. Fırat karşılama gösterilerinin ülkenin geri kalan bölümlerinde rahatsızlık yarattığını gördüklerini ve bunun önüne geçmek için neler yapabileceklerini aralarında tartıştıklarını söyledi ve şöyle devam etti: “Bizim tek bir amacımız var: Barış ortamına güç vermek. Bütün bu yaşananlar inanın planlı değildi, halkın kendi geliştirdiği faaliyetlerdi. Zaten bu akşam (dün) Diyarbakır’a varınca son olacak.”
Fırat ülkeye dönenlerin dolaştırılmasının söz konusu olmayacağının, yeni geri dönüşler için de planlı karşılamalar düşünmediklerinin altını çizdi.
Fırat sözlerini şöyle tamamladı: “Ülkenin Batısında kamuoyunun hassasiyetini, hissiyatını biliyoruz. Bunları çok önemsiyoruz ve kesinlikle bunlara karşı bir tutum içinde olmayacağız. Çünkü barışın başka türlü mümkün olmadığını çok iyi biliyoruz.”
Kürt sorunu Türk sorunu
Haberin Devamı