Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye temsil edilmesinden kısa bir süre sonra, gazeteci olarak, Almanya’da düzenlenen bir toplantıyı izlemiştim. PKK dahil değişik Kürt gruplarında yer alıp daha sonra ayrılmış bireylerin ve PKK dışındaki bazı Kürt gruplarının üyelerinin katıldığı toplantının adı konmamış gündemi, Öcalan’ın yakalanmasıyla Kürt siyasi hareketinde yaşanması muhtemel bir boşluğun nasıl doldurulacağıydı. Diğer bir deyişle, Kürt olmaları dışında aslında birbirlerine çok da benzemeyen bir dizi katılımcı Öcalansız bir PKK’nın krize yuvarlanacağını düşünüyor (daha doğrusu umuyor) ve bundan istifade etmenin hesaplarını yapıyordu. Toplantı büyük bir heyecanla başlamıştı fakat Kandil’den bazı PKK yöneticilerinin, kendilerine yakın bir gazeteye, toplantı hakkında yaptığı, “tapulu arazimize gecekondu kurdurmayız” şeklinde özetleyebileceğimiz tehdit dolu açıklamanın öğrenilmesiyle bütün şevkler kırıldı ve toplantı hiçbir somut ilerleme kaydedilmeden sona erdi. Öyle ki o toplantının ardından bir daha, PKK’ya alternatif oluşturmak üzere herhangi bir etkili girişime tanık olmadık. Yani Kürt siyasi hareketindeki PKK tekeli, Öcalan’ın yakalanmış olmasına rağmen kırılamadı, hatta 1999’dan itibaren daha da arttığı söylenebilir.
İşin başı terör
“PKK bu tekeli nasıl oluşturdu?” diye sorulacak olursa verilecek ilk cevabın temelini “terör” oluşturacaktır. Daha “Apocular” olarak bilindiği 1970 sonlarından itibaren bu hareket kendinden olmayan hiçbir gruba, çevreye tahammül edememiş, kendilerine katılmamaları durumunda onları şiddete başvurarak tasfiye etmiştir. Bu tasfiyeci yaklaşımın mağdurları sadece diğer Kürt grupları olmamış, PKK’nın nüfuz alanlarında varlık göstermeye çalışan solcu ve İslamcı gruplar, hatta bireyler de örgütün acımasızlığından nasiplerini almışlardır. Tabii bu arada PKK en büyük tasfiyeyi, düzenli olarak kendi içinde yapmıştır. PKK tarihinde çok sayıda kadro, ana çizgiden farklı düştüğü veya örgüt yönetimine tehdit olabileceği düşünüldüğü için zulme uğramış veya katledilmiştir. Tabii en büyük temizlik, bir şekilde PKK’dan ayrılmayı becerip rakip bir örgütlenmeye gitmeye çalışanlara yönelik düzenlenmiştir. Bunun son örnekleri Kuzey Irak’ta Kani Yılmaz’ın, Türkiye’de Hikmet Fidan’ın öldürülmeleridir.
Doğrudan ya da dolaylı rakiplerini etkisizleştirmede epey başarılı olan PKK devlete karşı sürdürdüğü mücadeleden de, yediği onca darbeye rağmen yenik çıkmadığı için giderek Kürt siyasi hareketinin ana odağı oldu. Günümüz itibariyle PKK’ya rakip olabilecek hiçbir grup veya çevrenin bulunmadığını net bir şekilde söyleyebiliriz. AKP hükümetinin dönem dönem bazı STK yöneticilerini aleni bir şekilde PKK karşıtı pozisyonlar almaya çağırması da hiçbir işe yaramadı. Ya söz konusu kişiler bu dayatmalara itibar etmediler ya da adları PKK çevresi tarafından “işbirlikçi”ye çıkarıldığı için kısa sürede yalnızlaşıp etkisiz kaldılar.
Burkay’ın misyonu
Kemal Burkay’ın 31 yıl sonra Türkiye’ye dönüşüyle Kürt siyasi hareketi içindeki PKK tekelinin kırılıp kırılamayacağını bir kez daha tartışmaya başladık. Burkay’ın bütün prestiji ve deneyimine rağmen Kürt hareketini çoğullaştırmak gibi zor bir misyonu tek başına üstlenmesi imkansızdır. Hele Burkay’ın, esas desteğini hükümetten alarak böyle bir role soyunması da asla akıl alacak bir şey değildir. Gerçekleşmesi imkansız görünen bir başka husus da PKK’nın eski çizgisini bırakıp Burkay ve onun gibi düşünen şahsiyetlere hiç karışmaması, onlarla eşit bir rekabeti kabullenmesi olacaktır. Yani PKK çevrelerinden, “Burkay gelsin Demokratik Toplum Kongresi’ne katılsın”dan öte bir açılım beklemek hayalcilik olur. Peki ne olacak? Herhalde yine son sözü Öcalan söyleyecek. Avukatlar bu Çarşamba görüşemedikleri için gelecek haftayı beklemek durumundayız. Bakalım Öcalan, yıllar önce ilk tarihi ateşkesi ilan ettiğinde yanına almış olduğu Burkay hakkında ne diyecek?
Kürt siyasi hareketinde çoğulculuk sorunu
Haberin Devamı