Başbakan Erdoğan’a yakın bir isimle bir sohbetimizde söz dönüp dolaşıp AKP liderinin geçen sene 22 Temmuz akşamı balkondan yaptığı konuşmaya gelmişti. Erdoğan’ın o gece verdiği sözleri tutmadığı yolundaki eleştirilere çok kızan dostum şöyle demişti: “Tayyip Bey’e laf edenler, o sırada balkonda yanında kimin olduğunu unutmuşa benziyorlar.”
Tabii ki, dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü kastediyordu. Ona göre, verilen sözlerin yerine getirilememesinden birinci derecede sorumlu olan kişi, cumhurbaşkanlığı adaylığında ısrar edip Köşk’e çıkan Gül’den başkası değildi.
Genellikle bu tür “kulis” bilgileri aradan belli bir süre geçtikten sonra kamuoyuna malolur ancak tartışmayı daha sağlıklı bir şekilde yürütebilmek için bazı noktaları açıklığa kavuşturmakta yarar var. Kronolojik olarak gidecek olursak:
1) Erdoğan uzun bir süre kendisi Köşk’e çıkmak istedi, ama değişik nedenlerle tereddüt etti
2) Gül de Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını ve başbakanlığı devralmayı bekliyordu
3) Erdoğan adaylıktan vazgeçince ilk olarak “eşi başörtülü olmayan”, yani devletin diğer kurumları tarafından daha kolay benimsenebilecek bir isim bulmaya yöneldi fakat Bülent Arınç’ın resti üzerine Gül’de karar kıldı
4) Gül gönülsüz bir şekilde adaylığı üstlendi
5) TSK 27 Nisan 2007 akşamı internet sitesindeki muhtırayla Gül’ün adaylığına sert bir şekilde karşı çıktı
6) Anayasa Mahkemesi’nin tartışmalı “367 kararı” nedeniyle Cumhurbaşkanı seçmek mümkün olmayınca AKP erken seçim kararı aldı
7) AKP seçim kampanyasını Gül’ün Çankaya’ya çıkma hakkının gasp edilmesi, yani mağduriyet üzerine kurdu
8) Yüzde 47’ye yakın oyla tek başına yeniden iktidar olan AKP’nin lideri Erdoğan’ın ilk mesajı “toplumun tüm kesimlerini kucaklamak” oldu
9) Erdoğan krizden kaçınmak için Gül’ün yerine Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün cumhurbaşkanı olmasını arzuladı
10) Fakat MHP yeni bir 367 krizine izin vermeyeceğini açıklayarak Gül’ün önünü sonuna kadar açtı
11) Gül, Erdoğan ve çevresinden gelen dolaylı telkin ve baskılara rağmen “cumhurbaşkanlığı adaylığımı halk sandıkta onayladı” diyerek aday oldu ve seçildi.
Hayal kırıklıkları
Önümüzdeki yıllarda yukarıdaki maddelerden her biriyle, özellikle “Erdoğan ve çevresinden gelen dolaylı telkin ve baskılarla” ilgili olarak sayfalar dolusu haber ve yorum yazılacaktır. Önemli olan Gül’ün, parti içinde azınlığın kayıtsız şartsız, çoğunluğun gönülsüz desteğiyle Köşk’e çıkmış olmasıdır. Fakat sadece bu olguyu göz önüne alarak, son dokuz ayda yaşadığımız tüm krizleri Gül’ün Çankaya’ya çıkmış olmasına bağlamak da yanıltıcı olacaktır. Dikkatli okuyucular hatırlayacaktır: Başından beri, Gül’ün Köşk’e çıkmasının bir krizi tetikleme ihtimali kadar laik demokratik cumhuriyet için ciddi bir fırsat da olabileceğini savundum. Örneğin Erdoğan’a ve parti çoğunluğuna rağmen cumhurbaşkanı olan Gül’ün, tam da bu nedenle “herkesin cumhurbaşkanı” olma şansını daha fazla yakalayabileceğini düşündüm.
Fakat Gül YÖK’ün başına, toplumun tüm kesimlerinin saygı duyabileceği bir “akil isim” yerine “babacan bir muhafazakâr” olduğu dışında hakkında fazla bilgi sahibi olmadığımız Prof. Yusuf Ziya Özcan’ı atayarak benim gibi iyimserlere ilk hayal kırıklığını yaşattı.
Ardından AKP son altı yılın en büyük stratejik hatasını yaparak (ki bu noktada MHP’nin iktidar partisine tuzak kurmuş olduğuna kesinlikle inanmıyorum) türbanla ilgili anayasal düzenlemelere gitti. Gül’ün onay için birkaç gün beklemesi küçük de olsa bir umut ışığı yakar gibi oldu ancak bir kez daha çok önemli bir fırsatı göz göre göre heba ettiğini gördük.
Şöyle bir hayal kuralım: Gül düzenlemeleri TBMM’ye iade etmiş olsaydı ne olurdu? Hiç kuşkusuz bir siyasi kriz patlak verirdi: AKP zor durumda kalır, Köşk-hükümet ilişkilerinin dünü, bugünü, yarını hakkında bir dizi spekülasyon yapılırdı.
Buna karşılık, “danışıklı dövüş” gibi komplo teorilerini bir kenara bırakacak olursak, böylesi bir gelişme üzerine AKP’ye ve özellikle Gül’e şüpheyle yaklaşan çevrelerin kafası iyice karışırdı. Her şey bir yana, Gül’ün vetosu yüzünden yaşanacak kriz asla bugünkü kadar derin ve çözümsüz olmazdı. Hatta belki de Başsavcı Yalçınkaya’nın dava açmasına engel olur veya geciktirirdi. En azından, dava açılmış olsa bile Gül bugünkünden daha fazla “tarafsız” bir konumda olabilirdi.
Toparlayacak olursak bütün bu yaşadıklarımızın temelinde Gül’ün Çankaya’ya çıkmasından çok türban düzenlemesi aslına bakılacak olursa Gül’ün bütün “reel politik” deneyimine rağmen yaşananları ve yaşanabilecekleri doğru okuyamayıp bu düzenlemeleri onaylaması yatıyor.
Krizin miladı Köşk mü türban mı?
Haberin Devamı