Önce Başbakan Erdoğan’ın, bugünkü gazetelerin çoğunun birinci sayfalarında yer alacağını tahmin ettiğim sözlerini hatırlayalım: “Ana dilin öğrenilmesi haktır, bunu okullara getirdik. Ancak ana dilde eğitim diye bir şey yok...”
Başbakan’ın ana dil öğrenme ile ana dilde eğitimi birbirinden ayırdığını, birinciye olumlu, ikinciyeyse olumsuz baktığını zaten biliyorduk, dolayısıyla normal şartlarda sözlerinin sürpriz etkisi yaratmaması gerekiyordu. Ancak hiç de normal olmayan bir dönemden geçiyoruz. Nitekim Erdoğan da partisinin kongresinde “Kürt kardeşleri”ne doğrudan seslenip, onları PKK ile aralarında mesafe koymaya ve hep birlikte beyaz bir sayfa açmaya çağırmıştı. Dolayısıyla AKP liderinin, bu kadar kısa süre içinde bu kadar katı bir şekilde ana dilde eğitimi “kıpkırmızı bir çizgi” olarak tarif etmesini “beklenmedik” olarak tanımlamak mümkündür.
Stratejik hata
Erdoğan’ın ana dilde eğitim konusundaki çıkışının aynı zamanda vahim bir stratejik hata olduğunu da söyleyebiliriz. Bu hata PKK liderliğindeki Kürt siyasi hareketiyle Kürtler arasındaki ilişkiyi, bu iki kesimin Kürt sorununa yükledikleri anlamlardaki farklılıkları anlamamak (belki de anlamak istememek) veya tam olarak kavrayamamaktan kaynaklanıyor. Şöyle ki Başbakan’ın dünkü sözlerine bakıldığında “ana dilde eğitim”in PKK tarafından öne çıkartılan, buna karşılık Kürtlerin pek sahiplenmediği bir talep olduğu sanılabilir. Kişisel gözlemlerime göre bu doğru değil. Genel olarak Kürtler, ki bunlara AKP’ye oy veren ve Erdoğan’ı sevenlerin büyük bölümünü de dahil edebiliriz, Kürt sorununu sahiplenmede PKK’nın çok daha ilerisinde pozisyonlar alabiliyorlar. Bu noktada Kürt siyasi hareketinin yönetim kademelerinde sosyalist soldan gelenlerin hâlâ ağırlıkta olmasının ve bu kişilerin “milliyetçi” bir görünüm vermek istememelerinin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Aynı şekilde bu tutumun PKK’nın kitleselleşmesi önündeki en büyük engel olduğu da aşikârdır.
Buradan hareketle, o meşhur “Kürt sorunu çözülürse PKK sorunu da çözülür mü?” tartışmasına gelecek olursak kendi bakışımı şöyle özetleyebilirim: Kürt sorununun çözümünün PKK sorununun çözümünü beraberinde getireceği kanınsında değilim. Kaldı ki PKK’nın dahil edilmediği bir süreçte Kürt sorununu çözmek de imkansızdır. Bununla birlikte devletin Kürt sorununun çözümü için stratejik adımlar atması, Kürtlerin PKK ile özdeşleşmesini zorlaştırır.
Dolayısıyla “ana dilde eğitim” gibi Kürtlerin çoğunun benimsediği bir talebi kesin bir şekilde reddettikten sonra onlara “Örgüte sırtınızı dönün, bize kucağınızı açın” çağrısında bulunmak hiç de gerçekçi olmayacaktır. Tam tersine bu türden çıkışlar PKK’nın elini fazlasıyla güçlendirecektir.
Ergeç olacak
Yakın bir zamana kadar bu ülkede Kürtçe konuşmak bile yasaktı. Önce bu yasak kalktı. Ardından Kürtçeye getirilmiş olan her türden yayın yasağı kalktı. Sonra Kürtçe dil kurslarına izin verildi. Devlet 24 saat Kürtçe televizyon yayınına geçti. Nihayet Kürtçe seçmeli ders oldu. Herbiri yakın zamana kadar birer “hayal” olan bu adımların çoğu AKP iktidarı döneminde atıldı ancak gerek zamanlama, gerek sahiplenme, gerekse halkla ilişkilerde yapılan ciddi hatalar nedeniyle AKP bunların meyvelerini bir türlü tam olarak toplayamadı.
Buradan ana dilde eğitim tartışmasına dönecek olursak: Açılımın en heyecanlı günlerinde ki o dönemde bu konu pek de ön planda değildi- üst düzey bir isimle sohbet ederken birden bu konuyu gündeme getirmesini ve “bunu asla kabul edemeyiz” diye ısrar etmesini hatırlıyorum. O anda AKP kadrolarındaki “milliyetçi refleks”i çıplak bir şekilde görmüş ama zamanla aşılabileceğini düşünmüştüm. Erdoğan’ın sözleri iktidar partisinin hâlâ aynı noktada durduğunun kanıtı. Ancak bu “kıpkırmızı çizgi”nin hep böyle kalacağını sanmam, Türkiye ergeç ana dilde eğitimin serbest olacağı bir ülke haline gelecektir.
Bakalım bu sefer zamanlama, sahiplenme ve halkla ilişkilerde aynı hatalar tekrarlanacak mı?
Kıpkırmızı bir çizgi: Ana dilde eğitim
Haberin Devamı