KÜRT sorunu sadece Türkiye’nin sorunu değil; Irak, İran ve Suriye’de de Kürtler yaşıyor ve bunların herbirinin değişik boyut ve ağırlıkta kendi Kürt sorunları var. Öte yandan “Pan-Kürtçülük” olarak tanımlayabileceğimiz tüm Kürtleri tek bir devlet çatısı altında toplama fikri yakın bir zamana kadar çok güçlü olduğu için farklı ülkelerdeki Kürt hareketlerinin birbirleriyle şu ya da bu şekilde ilişkileri mevcut. Dönem dönem Irak Kürtleri İran’da; İran Kürtleri de Irak’ta üslenip merkezi hükümetlere karşı savaş verdiler. PKK ise yıllar boyunca hem Irak, hem İran, hem de Suriye’yi üs olarak kullandı; son dönemde de büyük ölçüde Kuzey Irak’a yerleşmiş durumda.
Bu ve benzer nedenlerle herhangi bir ülkenin kendi Kürt sorununu kendi içine kapanarak çözebilmesi mümkün değil. Örneğin Türkiye, PKK’lıların yerleşmelerini ve sınırdan sızmalarını engelleyebilmek için Irak ve İran’la belli bir ilişki kurmak zorunda. Diyelim ki PKK’nın silahsızlanması noktasına gelindi; yaşanması zorunlu olan “geçiş süreci” nde yine başta Irak olmak üzere komşu ülkelerin, hatta belki de bazı uluslararası kuruluşların yardım ve katkılarına ihtiyaç olacaktır. Ayrıca PKK içinde çok sayıda Suriye, İran ve hatta Irak vatandaşı militanlar olduğu düşünülürse, bunların silahsızlandırıldıktan sonra kendi ülkelerinde toplumsal yaşama yeniden kazandırılmaları gerekecek...
Komplocu yaklaşımlar
Kısacası, şu günlerde açıklanması beklenen “Kürt açılımı”nın çok ciddi bölgesel, uluslararası ve diplomatik boyutları olacağı muhakkak. Kısmen bu olgu nedeniyle, kısmen tescilli bazı Amerikancılarımızın Kürt sorunun çözümüne “herkesten çok angaje” oldukları şeklindeki aldatıcı görüntü yüzünden ve nihayet “komplocu” yaklaşımların da etkisiyle bazıları söz konusu açılımı, başta ABD olmak üzere bazı dış güçlerin “siparişi”, “dayatması” ve hatta “ürünü” olarak görüyorlar. Doğru olduğunu düşünmüyorum. Nitekim Kürt açılımının en başındaki kişi olduğu her geçen gün daha fazla belirginleşen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül önceki gün Kayseri’de bu tür yorumlardan duyduğu rahatsızlığı şöyle dile getirdi: “Mesele Türkiye’nin kendi sıkıntılarını, kendi problemlerini kendisinin çözme iradesidir. Türkiye’nin birçok meselesi vardır. Bu meseleleri çözmek de bizim kendi inisiyatifimizle ne kadar çok gerçekleşirse, o kadar çok doğru olur.”
Cumhurbaşkanı Gül önceki gün çözüm için şöyle bir formül dile getirdi: “Türkiye’nin kendi standartları toplu şekilde yükseltilince, problemler otomatik olarak zaten çözülecektir.”
İlk bakışta hayli iyimser bir yaklaşım gibi gözüküyor. Ancak Gül’ün hemen ardından ortak payda olarak “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” nı göstermesi, bu iyimserliği gerçekçi bir zemine taşıyor.
İyiniyetli ve gerçekçi
Gül’ün bu iyiniyetli yaklaşımının gerçekçi olmadığını düşünenler muhakkak vardır, ben onlardan değilim; Türkiye’nin, “barış içinde birarada yaşama” prensibinden hareket etmesi; bunun için gerekli “diyalog” ve “toplumsal uzlaşma” mekanizmalarını inşa etmesi ve nihayet bunları verimli bir şekilde işletebilmesi durumunda birçok derdinden kurtulabileceğini değişik vesilelerle savundum.
Kürt sorununun, ülkemizin bir numaralı ve en çetrefil sorunu olması, bunun çözümünün imkansız olduğu anlamına gelmeyebilir. Türkiye toplumu pekala bu sorunu çözebilir ve eğer bunu başarabilirse diğer dertlerinden çok daha kolay bir şekilde kurtulma şansına sahip olur. Evet biz kendi başımıza bu sorunu çözebiliriz ve galiba çözüme de adım adım yaklaşıyoruz.
Kendi başımıza bu sorunu pekala çözebiliriz
Haberin Devamı