Kemal Burkay’dan mektup

Haberin Devamı

Önceki gün çıkan “Kürtler arasında iç savaş ihtimali var mı?” başlıklı yazımda şöyle bir cümle vardı: “Örneğin Kemal Burkay’ın neden devletten (ve medyadan) o kadar geniş destek almasına rağmen kendi siyasi hareketini PKK’ya alternatif hale getiremediğini sorabiliriz.”

Kürt siyasetçi Burkay bu cümle üzerine bana uzunca bir mektup yolladı. “Olgunluğuna değer verdiğim, tanıştığım, dost bildiğim bir yazar olarak sizden böyle bir ifade duymak doğrusu beni oldukça şaşırttı ve üzdü” diye başlayan bu mektubun bazı bölümlerini yorumsuz bir şekilde yayınlıyorum:

“Siz de biliyorsunuz ki (bir yazınızda belirtmiştiniz) Öcalan daha sahnede yokken ben Türkiye’nin ve Kürdistan’ın sol siyasetinde tanınmış bir kişiydim. Kürdistan Sosyalist partisi de daha PKK kurulmadan önce var olan ve oldukça kitlesel bir parti idi. 1970’li yıllarda Diyarbakır ve Ağrı belediye başkanlıklarını bağımsız adaylarla kazanmıştık.

Devlet o yıllarda hızla gelişen, kitleselleşen Kürt siyasi hareketini, bizi ve diğer Kürt örgütlerini engellemek için sahneye PKK’yı sürdü. Bunu bizzat Öcalan kaç kez yazdı, söyledi. ‘PKK’yı kurduk, 3 yıl süreyle ekmeğimizi, silahımızı devlet verdi, korumamızı devlet sağladı. Bizden istedikleri diğer Kürt örgütlerine karşı savaşmaktı ve 3 yıl süreyle ne istedilerse yaptık,’ dedi. (...)

Son birkaç yılda, daha yurt dışındayken ve döndükten sonra, Kürt sorununun artık her platformda yaygın biçimde tartışılabildiği bir aşamada ben de yazılı ve görsel medyada görüşlerimi açıklama fırsatı buldum. 32 yıl sürgünde yaşamak zorunda bırakılmış bir şair, yazar ve siyaset adamı olarak bana bu ilgiyi, siz de bazıları gibi çok mu görüyorsunuz? (...)

Benim de üyesi olduğum örgütün televizyonu, günlük gazetesi yok. Buna karşılık PKK-BDP kesiminin bana karşı ikide bir karalama kampanyası açan birkaç televizyonu, iki günlük gazetesi var. Türk medyasının ekran ve sayfaları da onların onlarca sözcüsüne açık. Bu medyada onları ‘Kürt siyasi hareketi’, ‘Kürt Özgürlük Hareketi’ sayan, kollayan, bizi ise görmezden gelen, yok sayan, bazen de onların ağzıyla hedefe koyan epeyce dostları var.

(...) Ben yurda geldiğimde, Kürt sorununun barışçı çözümüne ve Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sunmak için geldiğimi, ama elimde sihirli bir değnek olmadığını, gerçekçi olduğumu söyledim.

(...) Özgürlük mücadelesi veren bir halkın siyasi hareketinde seçenek halkın desteği ile yaratılır, devletin desteği ile değil.

Bir Kürt siyasetçi devletten destek aldı mı zaten işi bitmiş demektir, Kürt halkının ona destek vermesini kim bekleyebilir?

Ben Kürt halkının özgürlük mücadelesine ömrünü adamış, onurlu bir insanım. Dönüşümde arkadaş, dost ve sevenlerimin gösterdiği ilgi ve desteğin nedeni de işte budur.

Ama geldiğimde hükümet mensuplarınca da iyi karşılandım, hava alanında İstanbul Vali Muavini bana hoş geldiniz dedi, sayın bakanlar Egemen Bağış ve Ertuğrul Günay benimle görüşmek istediler ve görüşmemiz sırasında Mem z Zin’in ve Kürtçe Kuran’ın devletçe yapılmış baskısını hediye ettiler. Bu Kürt sorununda değişen tutumun bir göstergesi idi. Bu nedenle malum çevreler beni peşin olarak AK Parti’nin ve devletin adamı ilan ettiler ve bana yönelik bir linç kampanyası başlattılar.

Yoksa siz de, Sayın Çakır, devlet desteği diye bunu mu kast ediyorsunuz? Böyle yapmakla söz konusu acımasız kampanyaya malzeme sağladığınızın farkında mısınız?

Oysa siz, gelişimin ardından bana yöneltilen bu linç kampanyasına ve tehditlere karşı çıkma tavrını gösteren saygın yazarlardan biriydiniz.

Bu haksız suçlamalar, bu itibarsızlaştırma çabaları hâlâ devam ediyor. İşin garibi siz de son yazınızda “geniş devlet desteği” iddianızla istemeyerek de olsa bu cephenin değirmenine su taşıdınız.

Deneyimli bildiğim, değer verdiğim bir yazar olarak sizden bu savruk, önü arkası düşünülmeden edilmiş ifadeyi beklemezdim. Tek kelime ile ayıp ettiniz ve beni de bunca iş güç arasında böylesi uzunca, tatsız bir mektup kaleme almaya mecbur bıraktınız.”

DİĞER YENİ YAZILAR