Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde “kapanım” diye bir sözcük yer almıyor ancak google’a girdiğinizde, bir ara AKP hükümetinin peş peşe gündeme getirdiği açılımları ele alan birçok yazıda, bunun zıddı olarak “kapanım” sözcüğünün kullanıldığını görüyorsunuz.
Siyasi iktidar, Ermeni sorunu, Kürt sorunu, Alevi sorunu gibi kemikleşmiş ve ülkenin önünü gerçekten kapayan dertlere bir çare bulmak için açılımlar başlatmış ve bunlar toplumun geniş kesimleri tarafından da kısa şaşkınlıkların ardından genellikle hızla benimsenmişti. Ancak başlatılan her açılımın ardından, “Acaba sonuna kadar gidilebilecek mi?” soruları sorulmuş ve açılımlar büyük ölçüde kapanım ihtimallerinin gölgesinde zor bela yol alabilmişti.
Herhalde 2011’i “kapanımlar yılı” olarak tanımlamak çok fazla itirazlara yol açmayacaktır. Haziran ayındaki genel seçimlere giderken açılımların hızını iyice azaltan iktidar partisi, her iki seçmenin en az birinin oyunu almasına rağmen (kimbilir belki de bu durumun sunduğu cesaret ve özgüvenle) seçimlerin ardından bunların adını anmaz oldu.
Kuşkusuz zararsız bir “aç-kapa” oyunundan söz etmiyoruz. Nitekim Kürt, Alevi ve Ermeni sorunlarını çözme çabalarının sonlandırılmasının (ya da en azından askıya alınmasının) maliyetinin hayli ağır olduğunu görüyoruz. Diyelim ki Fransa ile yaşanan gerilimin tüm sorumluluğunu Sarkozy’ye yükledik, Alevilerin taleplerine hâlâ cevap verilmemesinin, Kürtlerin adım adım kopuşa sürüklenmesinin esas nedeni “açılım” yerine “kapanım” stratejilerinin benimsenmiş olması değil midir?
Hak ihlallerinde zirve
2011’in, kapanımlar yılı olmasına paralel bir şekilde temel hak ve özgürlüklerin ihlali açısından da 10 yıllık AKP iktidarının en berbat yılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu noktada zirve KCK soruşturmasında yaşandı: Önce belediye başkanları, siyasetçiler ve sivil toplum aktivistleri; ardından aydınlar, avukatlar ve nihayet gazeteciler kitlesel bir şekilde gözaltına alındı ve çoğunlukla sudan gerekçelerle tutuklandılar. Ülkenin dört bir tarafında farklı gerekçelerle protesto gösterileri düzenleyen gençler, işçiler, köylüler de önce güvenlik güçlerinin, ardından yargının gazabına uğradılar.
Neredeyse hafta başına bir şatafatlı operasyonun düzenlendiği 2011’de en çok şike soruşturması konuşulduysa da yıla damgasını Odatv davası, daha doğrusu Nedim Şener ile Ahmet Şık’ın tutuklanmaları vurdu. Bunun neden böyle olduğunu, başta bu ülkeyi yönetenler olmak üzere, konunun ilgilisi herkes biliyor.
2011, polislerin köşe yazarı, kimi köşe yazarlarının polis olduğu; yayınlanmamış, hatta daha bitmemiş kitapların bombadan daha tehlikeli görüldüğü; alabildiğine tırmanan çatışmaların sık sık masum sivilleri kurban aldığı; kuru bir “pardon” dışında ölenlerin öldüğüyle kaldığı, ateşin düştüğü yeri yaktığı bir yıl oldu.
Kendi ellerimizle yarattığımız onca felakete ek olarak Van depremi acılarımızı daha da artırdı. Son olarak Uludere Roboski faciası, 2011’den iyice nefret etmemize neden oldu.
Umalım ki 2012, 2011’den derslerin alındığı, sorunların çözümü için yeniden açılımların hayata geçirildiği, demokrasimizin sahiden ilerlediği bir yıl olsun. Kimse düşünceleri için hapse atılmasın, atılmış olanlar serbest bırakılsın; düşmanlık, ayrımcılık ve ırkçılık yerine dostluk, kardeşlik ve barış yeşersin.
Hepinize mutlu, barış dolu bir 2012 diliyorum.
“Kapanımlar” yılı kapanırken
Haberin Devamı