Pazartesi günü çıkan yazımda Nurcu grupların 12 Eylül’deki referanduma bakışlarını karşılaştırırken yaptığım “Yeni Asyacıların kafası karışık” şeklindeki değerlendirme ciddi bir tartışmaya yol açtı. Daha doğrusu, Fethullah Gülen cemaatinin alıp başını gitmesi sonucu etkisi azalmakla birlikte Nurculuk hareketinin “ana gövdesi” nitelemesini hâlâ hak eden Yeni Asya grubu içerisinde zaten sürmekte olan bir tartışmayı iyice alevlendirdi. İslami kesimdeki “en demokratik” mekanizmalardan birine sahip olan Yeni Asya grubunun referandumda izleyeceği yol 21 Ağustos’ta yapılacak toplantıyla hep birlikte belirlenecek. Fakat o zamana kadar “evet” ve “hayır” yanlılarının yoğun faaliyetleri göze çarpıyor. Eğer 21 Ağustos’ta cemaat üyeleri serbest bırakılmaz da “evet” ya da “hayır”dan herhangi biri benimsenirse, bu karara uymayacak çok kişi çıkabilir, hatta kopuşlar bile yaşanabilir.
Her ne kadar İslami kesimde çarpıcı bir benzeri bulunmasa da referandum konusunda iç çalkantı yaşama noktasında Yeni Asyacılar’ın yalnız oldukları söylenemez.
Referandumda “hayır” için propaganda yapan CHP ve MHP ile “boykot” çağrısı yapan BDP tabanlarında da kaydadeğer çatlaklar var ve iktidar partisi her türlü imkanını sonuna kadar kullanarak bu çatlakları daha da derinleştirmeye, büyük kopuşlar yaratmaya çalışıyor.
12 Eylül edebiyatı
Tek tek incelemeye ülkücü hareket ile başlayalım: “Evet” yanlısı medya kuruluşları neredeyse her gün bir “ülkücü lider” ile röportaj yapıp bir ülkücünün neden evet demesi gerektiğini uzun uzun işliyorlar. Burada öne çıkartılan argümanların başında hiç kuşkusuz ülkücülerin 12 Eylül 1980 askeri rejimi sırasında yaşadıkları mağduriyetler geliyor. Ardından “hayır” diyerek CHP ve hatta BDP ile (dolayısıyla PKK ile) aynı çizgiye gelineceği teması öne çıkartılıyor. Ülkücü hareketi yakından takip edenler, kendilerine mikrofon tutulan eski ülkücülerin çoğunun uzun zamandır MHP merkeziyle sorunlu olduğunu, hatta bazılarının, yine uzun zamandır AKP çizgisine doğru yönelmiş olduklarını bilirler. Bu arada kendileriyle konuşulan bazı ülkücülerin “hayır” ya da “boykot” yanlısı çıkınca mülakatların yayınlanmadığını da duyuyoruz. Yine de bu kampanyanın hiç etkili olmadığı söylenemez.
Benzer bir kampanya Kürt cephesine yönelik olarak da sürdürülüyor. Yine bazı yayın organları, bir kısmı yurtdışında yaşayan “Kürt aydınları”na “evet”in faziletlerini anlattırıyorlar. Burada da sık sık 12 Eylül rejimine ve en çok da meşhur Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkencelere atıfta bulunuluyor. Fakat “evet”çi Kürtlerin hemen hemen hiçbirinin PKK çizgisinde olmadığı, diğer bir deyişle BDP’nin harekete geçirebileceği kitlelere ulaşma şansına pek fazla sahip olmadıkları dikkat çekiyor. Bu arada tam Kürt açılımının göbeğinde hazırlanan Anayasa paketinde Kürt sorununu doğrudan ilgilendiren hiçbir maddenin neden yer almadığı tabii ki gündeme getirilmiyor.
Samimiler ve fırsatçılar
Sola gelecek olursak, hem sosyal demokrat, hem de sosyalist solda kafaların, kelimenin tam anlamıyla “çorba gibi” olduğunu söyleyebiliriz. “12 Eylül’le hesaplaşma” iddiasının özellikle solda pek fazla inandırıcı bulunmadığı ortada. Bununla birlikte öteden beri 12 Eylül anayasasını değiştirmeyi savunan insanların bir bölümü “yetmez ama evet” sloganından pekala etkilenebiliyorlar. Burada, başta CHP olmak üzere “hayır” diyen yapıların alternatif bir projeyle ortaya çıkmamaları, “statükocu” bir imaj çizmeleri de hayli etkili oluyor.
Solcu, ülkücü ve Kürtçü hareketler içerisinde “evet”e doğru yönelenlerin iki gruba ayrıldığını düşünüyorum: 1) Samimi olarak bu ülkenin daha özgür, daha demokratik olmasını arzulayan ve değişim isteyenler; 2) Bulundukları siyasi hareketler içinde bütün çabalarına rağmen belli bir yere gelemeyip referandumu köşe kapmak için bir fırsat olarak görenler.
Tabii ki ikinci grubun sesi daha çok çıkıyor ve açıkçası bu fırsatçıların sesleri epey kulak tırmalıyor.
Kafalar çorba gibi
Haberin Devamı