Gezi Parkı direnişiyle Kürt ve PKK sorunlarını çözüm sürecinin ilişkisi hakkında epey yazı yazıldı, yorum yapıldı; her iki olay da henüz bitmediği için daha da yapılacağa benzer. Ancak şu güne kadar yaşananların ardından, Gezi direnişinin çözüm sürecini baltalama ihtimalinin kesinlikle bulunmadığını; hele direnişin, süreci sabote etmek istenler tarafından tezgâhlanmış bir komplo olmadığını hiç tereddütsüz söyleyebiliriz.
Bu konuda öne sürebileceğimiz kanıtların bazıları: Direnişin ilk günlerdeki simgesinin BDP Milletvekili ve sürecin kilit isimlerinden Sırrı Süreyya Önder olması; Abdullah Öcalan, KCK ve Murat Karayılan’ın ayrı ayrı direnişi selamlayan açıklamalar yapmaları; ilk günlerdeki tutukluğun ardından BDP’nin de direnişe aktif olarak katılması...
Ancak en kesin kanıt, hükümetin uzun zamandır beklettiği yeni demokratikleşme paketini hızla gündeme sokması ve sürecin ikinci aşamasını fiilen başlatmasıdır. Başbakan Erdoğan’ın Gezi direnişine cevap yetiştirmek için düzenlediği mitinglerde, direnişçilere yönelik sert ve dışlayıcı üslubunu koruyup Kürt sorunu ve dolayısıyla çözüm süreci konusunda hep pozitif mesajlar vermesinin de herhâlde Gezi ile doğrudan bağlantısı vardır. Tıpkı uzun süredir askıya alınmış olan Alevi açılımının tekrar gündeme getirilmesinde olduğu gibi.
Hükümet direnişi kullanabilir mi?
Her ne kadar siyasi iktidar ve onu destekleyenler ısrarla “demokratik düzene karşı uluslararası bir komplo” gibi göstermeye çalışsalar da Gezi direnişinin Türkiye’de demokratikleşmeyi geriletmediği, tam tersine hızlandırdığı, Kürt ve Alevi sorunlarındaki gelişmelerle ortaya çıkıyor. Dolayısıyla şöyle bir soruyla karşı karşıyayız: Hükümetin (dolayısıyla Başbakan’ın) bir yandan Kürt ve Alevi sorunlarında pozitif bir dil benimseyip diğer yandan Gezi direnişine karşı dışlayıcı, baskıcı üslubunu sürdürebilmesi mümkün müdür?
Başbakan’ın Gezi direnişi karşıtı mitinglerde MHP tabanına sıcak gelecek mesajlar vermekteki ısrarı, pekâlâ, çözüm sürecinde partisinden uzaklaşabilecek Türk milliyetçilerinin gönlünü hoş tutma çabası olarak görülebilir. Diğer bir deyişle Başbakan Gezi direnişi ve direnişçilerini çok daha büyük siyasi planları gerçekleştirmek için araçsallaştırmak istiyor olabilir. Ama bu stratejinin başarılı olabilmesi pek mümkün gözükmüyor. Çünkü her ne kadar “mesajı aldık” deseler de siyasi iktidarın temsilcilerinin Gezi direnişini anladığı söylenemez. Eğer anlamış olsalardı o mitingleri düzenlemez, direniş ve direnişçilere karşı o akıl almaz üslubu sürdürmezlerdi. Dolayısıyla hükümetin anlamadığı (veya anlamak istemediği) bir olguyu başka siyasi amaçları için kullanması mantıklı gözükmüyor.
Korku eşiğini aşmak
Peki nedir Gezi direnişinin mesajı? Çok söyledim, tekrar olacak ama olsun: Hiç kimsenin öngörmediği bir olaydı Gezi direnişi. Bundan sonra nasıl evrileceğini de kimsenin öngörebildiğini sanmıyorum. Ama her geçen gün daha gülünç hâle gelen komplo teorilerine pek kimsenin itibar etmediğini, direnişin ne olup ne olmadığı üzerine kaliteli yorum, araştırma ve analizlerin yapılmaya başladığını görüyoruz, ki bu sevindirici.
Kendi payıma, Gezi direnişini anlama bağlamında bir gözlemimi aktarmak isterim. Bundan üç yıl önce, Diyarbakır’daki Newroz Meydanı’nda izlediğim Newroz/Nevruz kutlamaları bana Kürt sorununda yeni bir aşamaya girmiş olduğumuzu düşündürtmüştü. Örneğin “Her yaş ve cinsiyetten, her sosyal katmandan on binler, hatta yüz binlerce insan nasıl bir motivasyonla, güneşin altında saatlerce bir şenlik havasında bir araya gelir. Yine aynı insanların hatırı sayılır bir bölümü, nasıl Öcalan’ı, PKK’yı ve PKK’lıları övmek gibi kanunlara göre suç sayılan şeyleri hiç çekinmeden, hatta göstere göstere yapar?” diye sormuştum.
Bu sorunun cevabı korku eşiğinin aşılmış olmasıydı. O eşik aşıldığı andan itibaren devletin şiddet tekelinin de pek bir işe yaramadığı aşikârdı. Gezi direnişindeyse o eşik daha ilk günlerde aşıldı. Öyle ki direnişle ilgili ilk yazıma “Korku sınırı çoktan aşılmıştı” başlığını (http://rusencakir.com/Korku-siniri-coktan-asilmisti/2031) attım.
Bu ortak nokta nedeniyle hükümetin Taksim ve Newroz meydanlarına birbirine zıt muamele uygulama çizgisinin başarılı olabileceğini düşünmüyorum.
İstanbul Taksim Meydanı ve Diyarbakır Newroz Meydanı
Haberin Devamı