SOL VE İSLAM/5
1980’lerin ortalarından itibaren Refah Partisi (RP) mensupları kendilerinden olmayan kesimlere yönelik çok ciddi açılımlar yapmış, örneğin seçim kampanyalarını diskotek, meyhane ve hatta genelevlere kadar taşımışlardı. Fakat örneğin gittikleri bir meyhanede oy istedikleri vatandaşlar kendilerine “Sizin iktidarınızda da içki içebilecek miyiz?” diye sorduklarında, “Biz iktidara geldikten sonra içki içme nedenleriniz ortadan kalkacak” gibi cevaplar veriyorlardı. (Tabii zamanla, örneğin AKP ile bu çizginin çok ilerisine geçmiş oldukları ortada).
Solun dindarlara bakışını da bir zamanların meyhanede propaganda yapan RP’lilerine benzetebiliriz. Aslına bakılacak olursa merkez ya da sosyalist sol grup veya partilerin, dindarların topluca bulunduğu mekanlara gitmeleri ender bir durumdur. Diyelim ki gittiler veya dindar olduğunu bildikleri kitlelere solu, sosyalizmi anlatıyorlar; din ve vicdan özgürlüğünün açık, net ve tartışmasız bir şekilde dile getirilmesiyle pek karşılaşılmaz, bunun yerine “sömürü düzeni”ne son verilince dinin etkisinin de otomatik olarak azalacağı söylenir ya da ima edilir.
Afyon afyonu
Karl Marx’ın “din halkların afyonudur” sözcüğüne cankurtaran simidi gibi sarılan ve buna hep olumsuz anlamlar yükleyen Türkiyeli solcularımız yıllar boyu İslam dinini, özellikle de onun Sünni yorumlarını, kapitalist sitemin (hatta emperyalist güçlerin) bir payandası olarak gördüler. Halbuki dünyanın dört bir tarafında İslam dinine bağlı olup sola yakın duran ve buradan hareketle de İslam’daki “sosyal adalet” kavramını önceleyen çok sayıda düşünür ve onların görüşleri etrafında bir araya gelen gruplar ortaya çıkmıştır. Aslında ülkemizde de bu tür arayışlar öteden beri mevcuttu, fakat sosyalist solun sahibi görünümündeki kişi ve çevrelerin kaba materyalizmi, din düşmanlığına varan ateizmi nedeniyle solla buluşmaları mümkün olamadı.
Solun zayıflamasının en azından bu buluşmaları mümkün kılmak gibi bir faydası olduğu söylenebilir. Özellikle son yıllarda İslami hareket içinde sivrilen çok sayıda aydın kendilerini “solcu” olarak tanımlamaya başladılar. Bunda solun zayıflaması ve dindarları aforoz etme gücünün kalmaması kadar, İslami hareketin özellikle AKP ile birlikte iktidara gelmesi ve dindar kitlelerdeki “sosyal adalet” beklentisinin gerçekleşmemesi, gerçekleşeceğe de benzememesi etkili olmuştur.
“Müslüman solcu” tanımını en fazla hak edenlerden Prof. Mehmet Bekaroğlu’nun SP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayıyken yaptığı kampanyayı hatırlayın. Onun “jeeplerdeki başörtülüler” eleştirisi İslami camiada tam anlamıyla kıyamet koparmıştı. Bazı AKP yanlıları, tam bir sağcı edasıyla, Bekaroğlu’nu “servet düşmanlığı” yapmakla suçladılar, hatta onu SP üst yönetimine şikayet ettiler. Halbuki onlar da çok iyi biliyordu ki (bu kadar öfkelenmelerinin nedeni de buydu) Bekaroğlu “servet düşmanlığı” değil bal gibi solculuk yapıyordu ve başörtülülerin neden jeep’e bindiğini değil, o jeep’leri nasıl edindiklerini sorguluyordu.
Bu olayın da gösterdiği gibi sol bir hareket dindarlara ulaşmak istiyorsa, onların dinleriyle, yaşam tarzlarıyla, giyim kuşamlarıyla uğraşmayı bırakıp solculuk yapmalıdır. Laikliği temel alma iddiasındakilerin yaptıkları solculuk değil olsa olsa laikçiliktir. Halbuki laikliğin bu cumhuriyetin en temel harçlarından biri olduğunu asla unutmadan, bunun dindarlar için de vazgeçilemez olduğunun sürekli altını çizerek, insanların özgürlük, eşitlik ve dayanışma özlemlerini temel alarak yapılacak olan solculuk Türkiye’nin gerçek anlamda önünü açabilir.
Bu tartışmayı yarın da sürdüreceğiz.
İslam ile solun ortak arayışı: Sosyal adalet
Haberin Devamı