El Kaide imzalı 11 Eylül 2001 terör saldırılarından birkaç ay sonra, o dönem çalıştığım NTV haber kanalı için, dar bir ekiple beş bölümlük bir belgesel hazırlamıştık: “İslam Dünyası”. Ahmet Davutoğlu, Ekmeleddin İhsanoğlu, Çağlar Keyder, Nur Vergin, Ali Bulaç, Ahmet Çiğdem, Yaşar Yakış, Soli Özel gibi isimlerle yaptığımız söyleşilerin çoğunda, muhataplarımız daha biz sormaya başlamadan “Sahiden İslam dünyası diye bir şey var mı ki belgeselini yapıyorsunuz?” diye sormuş, biz de “o zaman olmadığını anlatırız” gibi kaçamak cevaplar vermiştik. Ama sonunda, bütün sorulara ve sorunlara rağmen bir “İslam dünyası” varmış gibi belgeseli tamamladık ve yayınlandı.
Fakat o soru peşimi bırakmıyor. Tabii ki İslam coğrafyasını kuşatmış olan savaşlar, katliamlar ve çatışmalara bakarak “hayır” cevabına meyletmek daha kolay, ancak (kimi zaman tüm dünyada aynı gün başlamasa da) her yıl Ramazan ayında oruç tutan milyonlarca insan veya hac için bir araya gelen müminler bile tek başına böyle bir dünyanın varlığına işaret ediyor.
Stratejik hesaplar
İslam dünyasının var olup olmadığı konusunda net bir cevaba sahip olamamamızın temel nedeni, Müslümanların önemli konularda birlikte hareket etmemesi, zaten buna imkân sağlayacak mekanizmalara sahip olmaması; mevcut kurumların da son derece zayıf ve etkisiz olması. Bu birlik olmama hâlinin mezheplerle, etnik kökenlerle, ekonomiyle vb. ilgili bir dizi nedeni var.
Örneğin Irak’ta Şii ve Sünni Araplar birbirleriyle çatışırken bir yandan da Kürtlerin bunu fırsat bilip fazla güçlenmesinin önünü almaya çalışabiliyorlar. Tabii Irak’taki bütün bu türden kavgaların, ülkenin doğal zenginliklerinden aslan payını almaya çalışma boyutu da yabana atılmamalı.
Stratejik açıdan baktığımızda, iç sorunları nedeniyle tamamen kendi derdine düşmüş olan Mısır’ı bir kenara bırakacak olursak, “İslam dünyası”nın önde gelen üç ülkesinin Türkiye, İran ve Suudi Arabistan olduğunu ve bu üç ülkenin birbirleriyle ilişkilerindeki değişikliklerin diğer ülke Müslümanlarını da bir şekilde etkilediğini görüyoruz. Ancak “o zaman bu üç ülke bir araya gelsin ve Müslümanların sorunları giderilsin” gibi basit bir çözüm de mümkün değil. Neden böyle olduğunu, başta sözünü ettiğim belgesel için Prof. Davutoğlu şöyle izah etmişti:
“Hiçbir zaman Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçler arasındaki rekabet, küresel güçler göz önüne alınmaksızın ifade edilemez. Yani rekabetleri boşlukta olmuyor. Bir uluslararası sistem var ve onun içerisinde rekabet ediyorlar.”
İşte önümüzde acil bir Suriye sorunu var. Suriye’nin içine düştüğü krizi ne bu ülkenin insanları, ne de müdahil olan bölge ülkeleri; ne barışçıl yollarla, ne de savaşarak çözebilmiş değil. Ve şimdi dört gözle ABD’nin başını çekeceği Batılı güçlerin (muhtemelen NATO şemsiyesi altında) Beşşar Esad rejimini son kimyasal saldırı nedeniyle cezalandırması bekleniyor.
Batı müdahale eder mi, ederse nasıl eder tartışmaları bir yana, tartışmaya hiç gerek olmayan bir nokta var: Batı Suriye’ye müdahale etse de etmese de buradaki temel kaygısı özel olarak Suriyelilerin, genel olarak dünya Müslümanlarının hayrı olmayacak.
Son bir not: Dün Kürtleri, ABD’yi Irak’a davet ettikleri için aforoz edenlerin ciddi bir bölümünün bugün Batı’yı (ABD’yi) Suriye’ye müdahalede geç kalmakla suçlaması da hayli manidar.
‘İslam dünyası’ diye bir şey var mı sahiden?
Haberin Devamı