IŞİD (Irak Şam İslam Devleti, yeni adıyla İD, yani sadece İslam Devleti) Suriye’de Baas rejimiyle (dolayısıyla ona yardıma giden İran devletinin ve Lübnan Hizbullahı’nın yolladığı savaşçılarla), Kürtlerle (PYD/YPG), başta El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi olmak üzere diğer gruplarla çatışıyor. Irak’ta Bağdat rejiminin (Şii Arapların) elinden Musul’u aldıktan sonra başkente doğru yöneldiği söylendi ama son günlerde hedefine Kürtleri almış durumda. Tabii gerek Şii Araplar, gerekse Kürtlerle savaşırken arada kalan dinsel azınlıklara, yani Hristiyanlara ve Ezidilere de zulmediyor. IŞİD bütün bunlara ek olarak Lübnan’da da yeni bir cephe açmak üzere...
Davutoğlu’nun sözleri
Ortada içiçe geçmiş iki soru var: IŞİD bu gücü ve cüreti nereden alıyor? Önce güç konusunu ele alalım. Bu soru Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na sorulduğunda şöyle bir cevap vermiş: “IŞİD öfkeyle besleniyor. İki şey söylendi birincisi yabancı savaşçılar. Bir de silahlar dışarıdan geliyor. IŞİD’in yapılanmasında merkezi hükümetten kopmuş kişilerden geliyor. Orada bir öfke birikmesi olmuşsa bu bir çekim alanı oluşturuyor. İkincisi de silah olayı. Ya Suriye rejiminden alıyor, ya da Irak ordusunun bıraktığı silahları aldılar. Öfkeden bir araya gelmiş bir insan topluluğu var, diğer tarafta terk edilmiş silahlar var.”
Bütün bölgenin dengelerini kısa bir süre içerisinde toptan değiştiren bir fenomeni öfkeli Suriyeli ve Iraklıların (ki bunların ezici çoğunluğu Sünni Arap, ama Davutoğlu Türkmenlerin de olduğunu söylüyor) rejimlerin terk ettiği silahları ele geçirmeleriyle izah etmeye kalktığımızda hiçbir yere varamayız. Örneğin Davutoğlu’nun önemsizleştirmeye çalıştığı “yabancı savaşçılar” olayının özellikle Suriye’de ne kadar hayati olduğunu 24 saat sosyal medyada dolaştığınızda görebiliyorsunuz. IŞİD ve benzeri yapılara dışardan ciddi anlamda silah geldiği konusundaysa çok ciddi iddialar var ki Türkiye’nin adı bu bağlamda, en azından transit ülke olarak sık sık geçiyor.
Cüretin kaynakları
IŞİD’in bu cüreti nerden bulduğu sorusu üzerine kafa yorduğumuzda olayın daha da berraklaşacağı kanısındayım. Tabii ilk olarak Irak ve Suriye’yi yönetenlerin IŞİD ve benzeri örgütler için son derece elverişli bir zemin yaratmış olduklarının altını çizmemiz gerekir. İkinci olarak Ortadoğu’da bir süredir yaşanan mezhep eksenli güç savaşında, Irak ve Suriye’deki İran’ın nüfuzunun etkisini kırmak isteyen, Suudi Arabistan, Katar gibi Körfez ülkelerinin oluşturduğu “Sünni Blok”un, bir dizi fiyaskonun ardından (Özgür Suriye Ordusu vardı bir ara, sahi ne oldu ona, hâlâ var mı?) radikal İslamcı yapılardan medet ummalarına dikkat çekmeliyiz. Bu blokla iyi ilişkiler içinde olan bölgesel ve küresel güçler de bu vahim hatayı engellemek için çaba göstermedikleri için sorumluluğu paylaşmaktadırlar.
Bir diğer husus, IŞİD’in, kendisine dünyanın dört bir tarafından gönüllü bulmaya imkan sağlayacak bir ideolojik perspektifinin olmasıdır. Bu bağlamda “İslam devleti” ve hatta “hilafet” ilanının ardından IŞİD’in hamlelerine devam ediyor olması, bunlarla dalga geçenler için iyi bir ders olsa gerekir.
Kürtlerle karşı karşıya
Açıkçası IŞİD’in bu kadar hızlı bir şekilde Suriye’den sonra Irak’ta da Kürtlere karşı cephe açmasını beklemiyordum. Anlaşılan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) de benimkine benzer yanlış bir analiz yapmış. Halbuki PKK/KCK Musul’un düşmesinin hemen ardından şu son günlerde yaşananları görmüş ve IKBY’ye ortak bir koordinasyon ve komutanlık kurulmasını önermişti. IŞİD’in son hamlelerini yaparken, Kürt grupları arasındaki ihtilaf ve rekabetten geniş ölçüde istifade etmiş olduğu anlaşılıyor.
IŞİD’in yönetim katındaki stratejik aklın hayli güçlü olduğu anlaşılıyor. Fakat ihmal ettikleri çok önemli bir husus var: Gerek Irak, gerek Türkiye, gerekse Suriye Kürtleri de stratejik konularda hiç de boş değiller ve yıllar boyunca yaşadıkları nice mağduriyet sonucunda elde ettikleri kazanımları IŞİD ve benzeri yapılara terk etmeye hiç mi hiç niyetleri yok.
Her şey bir yana kendi topraklarını işgalci bir güce karşı savunuyorlar ki bu tür savaşların galibi sonunda hep aynı olmuştur.