Bir gazetecinin başına gelebilecek en büyük talihsizliklerden biri, yaptığı bir haber veya söyleşinin, kaleme aldığı bir analizin, iyiniyetli olmayan kişiler tarafından ve genellikle çarpıtılarak kullanılmasıdır. Ancak “bu yazdıklarımı kimler nasıl suiistimal eder?” diye düşündüğünüz zaman haber/söyleşi yapamaz, yorum yazamaz hale gelirsiniz.
Birçok meslektaşımı gibi ben de bu türden talihsizlikler yaşadım, ama çoğunlukla “kader” deyip sineye çektim. Ama bu sefer öyle yapmak niyetinde değilim. Türkiye’deki İslamcıların İran algısının değişimi üzerine kaleme aldığım iki yazının, özellikle Cuma günü çıkan ikinci yazımın (http://rusencakir.com/Yine-Iran-ve-kaybolan-Irancilik-uzerine/1996 ) İran ve Şiilik düşmanı bazı çevreler tarafından tahrif edilerek internette dolaşıma sokulmasına yönelik itirazımı kayıtlara geçirmek istiyorum.
İran düşmanlığının kökenleri
Türkiye’de muhafazakâr kesimlerin İran’a ve Şiiliğe karşı mesafeli duruşlarının tarihsel nedenleri vardır ve bu nedenle de olağandır. Kaldı ki bu mesafede aşırılığa pek gidilmemiş, İran’a ve Şiiliğe karşı düşmanlık cumhuriyet döneminde ülkemizde pek görülmemiştir. Hatta devrim tarafından büyülenen bazı dindar gençlerin etkisiyle mesafenin yer yer kapandığını da gözledik. Öte yandan İran’ın “devrim ihracı” politikalarından kaygı duyan laik çevreler de asla İran ve Şii karşıtlığı yapmamış, esas olarak rejimi eleştirmişlerdir.
Türkiye’de bunlar olurken Suudi Arabistan’ın başını çektiği bir blok, teolojik argümanları da öne çıkarmakla birlikte esas olarak stratejik nedenlerle İran ve Şii karşıtlığını pompaladı, ancak çok da başarılı olamadı. Ne var ki işin içine El Kaide’nin girmesiyle birlikte, İran ve Şii düşmanlığı Sünni Müslümanlar arasında hızla yaygınlaşıp toplumsallaştı. İlginçtir, El Kaide de Şiiliği teolojik nedenlerle eleştiriyor görünmekle birlikte, esas olarak İran devletiyle stratejik konularda derin anlaşmazlıklara düştüğü için olayı düşmanlığa kadar taşıdı. Bu düşmanlığın tohumları ilk olarak Afganistan’da atıldı, Irak’ta yeşerdi, şimdi Suriye’de aldı başını gidiyor.
Suudi Arabistan ve El Kaide
Gariptir, bizde son dönemde sistemli bir şekilde İran ve Şii karşıtlığı propagandası yapan çevrelerin ne Suudi Arabistan’ın başını çektiği blokla, ne de El Kaide ile sistemli bir ilişkileri bulunmuyor; hatta Suudilere olmasa da El Kaide’ye mutlak bir şekilde karşı olduklarını da görüyoruz.
Peki neden İran’ı ve Şiiliği kötülemek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar? Bu sorunun açık ve net bir cevabı olduğunu sanmıyorum, varsa da ben bilmiyorum. Ancak şu husus son derece anlamlı ve düşündürücü: Bugün İran ve Şii aleyhtarlığının bayraktarlığını yapanları, dün, örneğin Nedim Şener-Ahmet Şık olayı sırasındaki yalanlarıyla da tanıyoruz. Bu arada şunu da not düşmüş olalım: Günümüzün İran ve Şii düşmanları, yakın zamana kadar Kürt sorununun barışçı çözümünü isteyen (benim de dahil olduğum) kişilere karşı dezenformasyon faaliyetleri yürütenlerle büyük ölçüde benzeşiyor.
“Düşmanımın düşmanı...”
Anlaşılan o klasik “düşmanımın düşmanı...” mantığıyla hareket ediyorlar ama çok kötü yanılıyorlar. Çünkü ne İran’ın, ne de Şiiliğin düşmanıyım. Hatta tam tersine bir İran hayranı olduğumu da söyleyebilirim. Tabii ki İran’ı ve İranlıları seviyor olmak İran devletini eleştirmeye engel oluşturmaz. Kaldı ki son iki yazımda İran devletinden çok, şu ya da bu nedenle onun cazibesine kapılmış olup sonradan tutum değiştiren bazı İslamcıların tutarsızlıklarını eleştirdim.
Tahran rejiminin bölgede bir Şii nüfuz alanı oluşturma çabalarının, bu bağlamda nükleer çalışmalar yürütmesinin, Kürt sorununda çözümden çok çözümsüzlüğü öne çıkartmasının ve daha bir dizi politikasının
tartışılacak, eleştirilecek pekçok yönü var. Ancak bölgenin iki büyük gücü olan Türkiye ile İran arasındaki tarihsel rekabeti bir çatışma, hatta savaşa dönüştürebilecek tutum ve davranışlardan muhakkak uzak durmak gerekiyor.
Türkiye’de İran ve Şiilik düşmanlığı yaratmak isteyenlerin başarısızlığa uğrayacağına eminim.
İran ve Şiilik düşmanlarının nafile gayretleri
Haberin Devamı