Sizi bilmem ama eğer “günümüz Türkiyesi’nin en güçlü üç ismi kimdir?” diye sorsalar hiç tereddütsüz Recep Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen ve Abdullah Öcalan’ın adlarını sayarım. Erdoğan’ı şimdilik bir kenara bırakıp bu yazıda Gülen ile Öcalan arasındaki ilişkiyi (daha doğrusu ilişkisizliği) ele almak istiyorum.
Şu ana kadar Gülen’in doğrudan adını anarak Öcalan’dan söz ettiğine tanık olmadım, ancak tersi oldu. Yakın zamanda Öcalan’ın en az üç kez Gülen hakkında konuştuğunu biliyoruz. Bunların ilki Aralık 2010’daydı. PKK lideri avukatlarına Gülen hareketi hakkında özetle “Biz hiçbir zaman kendilerinin varlığını inkâr etmedik, onlardan da bizi inkâr etmemelerini bekleriz. Hem kendileri hem biz, gerek Türkiye’de gerek Orta Doğu’da önemli aktörleriz” demişti. (Öcalan’ın mesajının tamamını http://www.rusencakir.com/Ocalandan-Gulene-zeytin-dali/1409 linkinden okuyabilirsiniz)
İkinci olarak Milliyet Gazetesi’ndeki Namık Durukan imzalı “İmralı Zabıtları” başlıklı haberden, Öcalan’ın üç BDP milletvekiliyle sohbetinde genel olarak Nurculuk’tan özel olarak Gülen ve hareketinden de söz etmiş olduğunu öğrendik. Daha önce zeytin dalı uzatmış olan Öcalan’ın bu kez fazlasıyla eleştirel ve suçlayıcı ifadeler kullanmış olması Gülen hareketinde bir nevi infiale yol açtı.
Büyük ölçüde bu olumsuz durumu telafi etmek için olsa gerek, Öcalan’ın üçüncü İmralı görüşmesinde BDP milletvekillerine şunları söylemiş olduğunu, Sırrı Süreyya Önder açıkladı: “Fethullah Gülen’in ‘Sulhta hayır vardır’ yaklaşımı benim de yaklaşımımdır. Bütün Orta Doğu’daki demokratik bir siyaset ve barış için birlikte çalışabiliriz, Muhterem Fethullah Gülen’e selamlarımı söyleyin. Onu en iyi anlayan benim.”
Mesafeler azalır mı?
Gülen’in, Öcalan’ın kendisi hakkında söylediklerini çok önemsediğini ama onu (en azından daha uzun bir süre) doğrudan muhatap almayacağını düşünüyorum. Öcalan’ın da dikkat çektiği gibi, başta Türkiye olmak üzere Orta Doğu’da aynı alanlarda faal olan, hatta kimi durumda benzer kitlelere hitap eden bu iki hareketin birbirini yok sayması mümkün değil.
Geçmişe baktığımızda bu iki hareketin birbirlerine hayli mesafeli, hatta sıklıkla kavgalı olduklarını görüyoruz. Bunun başlıca nedeni PKK’nın öteden beri dinle arasında bariz bir mesafe koyması, Gülen cematinin de, esas olarak PKK’yı “terörist”, Öcalan’ı da “teröristbaşı” olarak algılayan bir kitleye hitap etmesidir. Bununla birlikte gerek Gülen, gerekse Öcalan son derece gerçekçi ve değişime açık kişiler ve hareketlerinin başarıları da büyük ölçüde bu esneklikten, zamana ayak uydurma yeteneğinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla bu iki hareketin daimi bir şekilde çatışma hâlinde olmaları beklenemez. Hele yeni İmralı süreci başarılı bir şekilde ilerlerse, zaten baştan desteğini ilan etmiş olan Gülen (ve dolayısıyla hareketi) süreçte daha aktif bir rol oynayacaktır. Bu da Gülen hareketi ile Kürt siyasi hareketi arasındaki mesafenin doğal olarak azalmasına ve belki de kapanmasına neden olacaktır.
Gerçekçi çizgi
Tabii ki bu iki güçlü ve rakip hareketin kısa süre içinde “ittifak” içine gireceğini iddia ediyor değilim. Ancak eğer süreç beklenmedik bir fiyaskoyla sona ermezse, ki böyle olacağını sanmıyorum, her iki hareketteki (ve liderdeki) gerçekçi eğilim baskın çıkacak ve taraflar arasındaki ihtilaflar dereceli olarak gündemden düşecektir. (Gerçekçi çizginin çarpıcı bir ifadesi olarak, hareketin Irak’taki okullarının koordinatörlüğünü yapan Talip Büyük ile yaptığımız ve yayınlandığında epey ilgi gören ocak ayı sonundaki söyleşiyi hatırlatmak isterim: http://www.rusencakir.com/Gulen-cemaati-19-yildir-Irak-Kurdistanina-hizmet-goturuyor/1930)
İmralı ile Pennsylvania ne kadar uzak, ne kadar yakın?
Haberin Devamı