Hiçbir ülke bu dalgadan kendini kurtaramaz

Haberin Devamı

Hüsnü Mübarek’in ikisi de asker kökenli olan Ömer Süleyman’ı kendi yardımcısı, Ahmet Şefik’i de Başbakan olarak atamış olması, onun en acil derdinin, başta ordu olmak üzere güvenlik güçlerini kendi yanında tutabilmek olduğunu gösteriyor. Çünkü daha önce değişik zamanlarda dünyanın dört bir tarafında yaşandığı gibi, bir ülkenin güvenlik güçlerinin sokaklara dökülen kendi halkına kurşun sıkmayı reddetmesi söz konusu ülkedeki otoriter/totaliter rejimin ve onun başındaki liderin sonunun geldiğine işaret eder. Mübarek şimdilik “şiddet tekeli” üzerindeki kontrolünü koruyora benziyor ama bunun aldatıcı bir görünüm olduğu, Süleyman, Şefik ve rejimin diğer ağır isimlerini de peşine takarak Mısır’ı terk edeceği günler yakındır.

İki kritik soru

Hal böyle olunca hemen akla iki soru geliyor:

1) Mısır’da yeni iktidar yapısı nasıl şekillenir;

2) Mısır’ı hangi ülkeler, nasıl takip eder?

Birinci sorunun yanıtını daha önceki bir yazımda vermeye çalışmış ve özetle “bu aşamadan sonra Mısır’da İslamcıları dışlamanın imkanı yok” demiştim. Her ne kadar isyan hareketinin liderliğini Muhammed el Baradey yapıyor gözükse de Mısır’da rejimi farklı siyasi ve toplumsal hareketlerin bir tür koalisyonunun sarstığını ve bunda da Müslüman Kardeşler’in kritik bir rol oynadığını görüyoruz. Bu konuya ilerki yazılarda tekrar döneceğimizi belirtip bugün ikinci soruya yoğunlaşmaya çalışalım. Sahi Mısır’ı kim takip eder?

Bu sorunun cevabını aramadan önce Mısır’ın bir şekilde Tunus’u takip etmiş olduğunu hatırlayalım ve şöyle devam edelim: Eğer İslam ve Arap dünyasında hayli sınırlı bir yeri olan Tunus bile (Mısır dahil) başka ülkelere ilham verebiliyorsa, Mısır gibi her iki alemin (ve dolayısıyla Ortadoğu’nun) en merkezi ülkelerinden birinde esmeye başlayan özgürlük rüzgarı diğer ülkelerde nice kasırga doğurmaya adaydır. Bunların hangi ülkeler olduğu sorulduğunda verilecek cevap, “toplumların özgürlüğe susamış olduğu ülkeler” olacaktır, yani daha açık konuşursak “hepsi”.

İran dahil

Evet ayrımsız bütün ülkeler: Saltanatla yönetilenler (Ürdün, Fas, Suudi Arabistan, Kuveyt...), cumhuriyetler (Suriye, Cezayir, İran...), askeri rejimler (Sudan, Libya...) Laik görünümlüler (Suriye, Cezayir, Fas...), şeriatla yönetildikleri söylenenler de (Sudan, İran, Suudi Arabistan...)

Farkındayım, Tunus ve Mısır’ın ardından sıranın kimde olduğu sorulurken sıklıkla Ürdün, Fas, Yemen ve bir ölçüde de Suriye’nin adları anılıyor, Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri ve hele İran’ın sözü pek edilmiyor.

Fakat Tunus ve Mısır’da halkların ortak arayışlarından biri yoksulluk ve yolsuzlukla mücadeleyse, belki de dünyanın toplumsal adalet ve eşitlikten en uzak yerleri olan Körfez

ülkelerinin bu rüzgardan etkilenmemesi mümkün olabilir mi?
Yine aynı şekilde Tunus ve Mısır’da sokaklara dökülenlerin ortak sloganları özgürlük ve demokrasiyse, bu dalganın, daha yakın zamanda sokakları nice gösteri ve çatışmaya sahne olan İran’ı vurmaması düşünülebilir mi?

Bazıları İran’ı bu listeye asla dahil etmiyor. Çünkü onlar Tunus, Mısır, Cezayir, Fas, Suriye ve aklınıza hangi ülke gelirse gelsin hemen tümünde rejimlerin karşısındaki en güçlü toplumsal ve siyasal gücün İslamcı hareketler olmasından yola çıkarak, bütün yaşananları bir tür “birleşik İslam devrimi” olarak görüyor veya görmek istiyorlar. İşin garibi bunu yapanlar sadece İslamcı olduğu iddia edilen kişiler değil, İslami hareketlere düşman olanlar içinde de yaşananları böyle okuma eğilimi hayli yaygın. Dolayısıyla dünyada ilk “İslami devrim”i gerçekleştirmiş ve “İslam cumhuriyeti”ni inşa etmiş olan İran’ın kesinlikle bu yaşananlardan etkilenmeyeceğine inanıyorlar. Hatta daha ileri gidip bunların arkasında “Tahran parmağı” arayanlar da olabilir.

Yanılıyorlar. Ama bu tür düşünenleri çok fazla suçlamak da doğru olmaz. Çünkü son yaşananlar bildiğimiz bütün ezberleri bozmaya aday. Belki şöyle bir özet yapabiliriz: İslam dini, bundan türetilen kimi ideolojiler ve bunların etrafında şekillenen kimi örgütlenmeler hâlâ son derece güçlü, etkili ve kimi durumda belirleyici olsa da söz konusu ülkelerdeki temek çelişkiyi din ekseninde tarif etmek veya anlamaya çalışmak yanlış olacaktır. Toplumların esas arayışının ekonomik refah, eşitlik, özgürlük ve demokrasi olduğu görülüyor. İslami hareketler bu arayışlara katkıda bulunduğu ölçüde destekleniyor, zarar verdiği ölçüde de karşısında duruluyor.

DİĞER YENİ YAZILAR