1994 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmasının ana nedenlerinden biri, merkezin sağı ve solunda yer alan tüm partilerin bir şekilde yolsuzluğa bulaşmış olmaları ve Refah Partisi’nin de yolsuzlukla mücadele olgusunu, isabetli bir şekilde stratejisinin temel taşlarından biri yapmış olmasıydı.
Erdoğan’ın o tarihteki ikinci artısı hiç kuşkusuz muhafazakâr kimliği ve yaşam tarzıydı. Normalde RP’ye oy vermeyecek çok sayıda seçmenin, “adam dindar, en azından günah diye çalıp çırpmaz” düşüncesiyle Erdoğan’a ve o seçimdeki diğer RP’li belediye başkan adaylarına oy verdiğini duyduk, gördük. Erdoğan’ın yaşam tarzı denince akla ilk olarak eşi Emine Erdoğan ve çocukları, yani ailesinin geldiğini de biliyoruz. Nitekim ailesinin birçok ferdi onun siyasi serüveninde hep “görünür” olmuş ve Erdoğan en çok aile fertlerinin şu ya da bu şekilde gerek medya, gerek rakip siyasetçiler tarafından siyasi malzeme yapılmasına öfkelenmiştir.
Wikileaks olayında hem çok sayıda yolsuzluk, suiistimal iddiasının bulunmasının, üstelik bunlara kimi aile fertlerinin adlarının karıştırılmasının Erdoğan’ı çok sinirlendireceğini tahmin etmek zor olmazdı. Amerikan belgelerindeki bu iddiaların bazı yayın organları ve CHP tarafından çok hızlı bir şekilde öne çıkartılmış olması da, başta sözünü ettiğimiz gibi Erdoğan’ın öfkesinin zirveye ulaşmasına neden oldu.
Komplo inanışı
Başbakan’ın bu öfkesinde haklı olup olmadığı daha uzun süre tartışılacağa benzer. CHP’ye yönelik öfkesini bir kenara bırakıp medyaya gürlemesini ele alacak olursak söylenecek çok şey var. Öncelikle Erdoğan’ın en çok kızdığı yayın organının Taraf Gazetesi olduğunu kolaylıkla ileri sürebiliriz. Pazartesi günü damadı ve dünürü; Salı günüyse kendisi hakkındaki İsviçre’de hesap iddialarını Taraf’ın diğer yayın organlarıyla kıyaslanamayacak ve tescilli AKP düşmanı Sözcü Gazetesi ile yarışır ölçüde büyütmesi Erdoğan’ı epey sarsmışa benziyor. Normal şartlarda kendisi, partisi ve hükümetine yönelik her türden eleştirinin ardında bir çapanoğlu arayan Erdoğan’ın Wikileaks’in iyiniyetli olmadığını, arkasında birtakım odaklar bulunduğunu düşünmesi son derece normaldir. Zaten Cumhurbaşkanı Gül, TBMM Başkanı Şahin başta olmak üzere Erdoğan’ın birçok yol arkadaşı kimi zaman açık, kimi zaman örtülü bir şekilde Wikileaks olayının bir “komplo” olabileceğini söylediler. Kuşkusuz eğer bir “komplo” söz konusuysa bunun ana hedeflerinden birinin, belki de birincisinin Türkiye (ve AKP) olduğuna inanıyorlardır.
Türkiye’de Taraf Gazetesi’nin ne olduğunu, ne yapmak istediğini ve yaptığını en iyi bilenlerden biri hiç tartışmasız Erdoğan’ın kendisidir. Taraf, adına yakışır bir şekilde en kritik olaylarda açıkça taraf tuttu ve “Paşasının Başbakanı” manşeti gibi bir-iki istisnayı saymazsak genellikle Erdoğan ve AKP hükümetinin önünü açan çok kritik yayınlar yaptı. Bütün bu süreçte Taraf’ın temel dürtüsünün “gazetecilik” olmadığını hepimiz gibi Başbakan da çok iyi biliyordu. Ve aynı süreçte gazeteciliğin ve hukukun evrensel ilkelerine burun kıvıran Taraf’ın birçok kişiyi mağdur ettiğini herkes gibi Başbakan da görüyordu.
Dolayısıyla Başbakan Erdoğan’ın, Taraf’ın o uzun mağdurlar kuyruğuna bugün kendisini ve kimi aile fertlerini ekliyor olmasını gazetecilik refleksiyle yapılmış basit birer kusur olarak görmemesi son derece anlaşılır bir şey. Nitekim Erdoğan kendisine ve aile fertlerine yönelik yayınları “alçaklık” olarak niteledi.
Keşke Başbakan Erdoğan, aynı gazetenin, daha önce başka kişilerinin onurlarını, ellerinde ciddi hiçbir kanıt olmadan uluorta çiğnediği zamanlarda da masaya yumruğunu vursaydı, vurabilseydi. Öyle olsaydı dünkü çıkışı daha fazla alkış alabilirdi.
Maalesef günümüz Türkiyesi’nde her mağdur kendi bacağından asılıyor ve işin bu noktaya gelmiş olmasında Başbakan Erdoğan’ın da sorumluluğu hayli yüksek.
Her mağdur kendi bacağından asılıyor
Haberin Devamı