Hem Hz. Ali’yi, hem Alevileri “oldukları gibi” sevebilmek

Haberin Devamı

27 Mart 1994 yerel seçimlerinde Refah Partisi’nin (RP) İstanbul (Recep Tayyip Erdoğan) ve Ankara’da (Melih Gökçek) büyükşehirler başta olmak üzere çok sayıda belediye başkanlığını kazanması Türkiye için tam bir dönüm noktası olmuştu. Öyle ki 27 Mart gecesinden itibaren büyük bir panik başladı ve RP’li belediyelerin yaşam tarzlarına müdahale edeceği kaygısı taşıyan bazı topluluklar, çoğunlukla faks üzerinden “dayanışma ve direniş ağları” örgütlemeye koyuldular. Bunların arasında bir yıl önceki Sivas katliamının acısını hâlâ taşımakta olan Aleviler de bulunuyordu. Bir süre sonra zabıtalar Üsküdar’daki Karacaahmet Dergahı’nda başlatılan inşaatı kaçak olduğu gerekçesiyle yıkmaya kalkınca Aleviler kaygılarında haklı çıktıklarını düşündüler. Halbuki Erdoğan zabıta müdahalesinin böylesi bir siyasi sonuca yol açacağını düşünmemişti. Ortaya çıkan tepkiler üzerine olayı soğutmaya çalıştı ve Alevilere zeytin dalı uzatmak için o meşhur sözü söyledi: “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben de Aleviyim!”

O tarihlerde Milliyet’te çalışıyordum. Rahmetli Hikmet Bila’nın isteği üzerine, 1995 Temmuz ayının başlarında, fotoğraflarını Manuel Çıtak’ın çektiği “Alevi hareketi” başlıklı bir yazı dizisi hazırladım. Görüştüğüm birbirinden farklı Alevi aydın ve önderine Erdoğan’ın sözlerini de sordum ve ezici bir çoğunluğunun bu sözden hoşlanmadığını, hatta rahatsız olduğunu gördüm. Bu gözlemlerden de hareketle “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben de Aleviyim!” sözünün “Alevi kimliğini inkarın en veciz ifadesi” olduğunu yazdım. Erdoğan da Yeni Şafak Gazetesi’ne yaptığı açıklamada beni “kötü niyetli” olmakla suçladı.

4X4 farkı

O günden bu yana çok şey değişti ancak yaklaşık 10 yılı aşkın süredir başbakanlık yapan Erdoğan’ın Aleviliğe bakışı değişmedi. Tek bir farkla: O sözün son bölümü “4X4 Aleviyim” oldu.

Erdoğan’ın bu sözde ısrar etmesinin esas nedeni, tepki, eleştiri ve uyarılara aldırmayıp, bunun gerçekten Alevilerin hoşuna gittiğini düşünüyor olması gerek. Halbuki bu sefer de birbirinden farklı Alevi şahsiyet, vakit geçirmeden bu sözden duydukları memnuniyetsizliği dile getirdiler. Erdoğan’a soğuk bakmayan bazı Alevilere sorduğumda da “Maalesef Başbakan hâlâ Aleviliği anlamıyor” cevabını aldım.

Erdoğan’ın o sözüne ilk tepki genellikle “Alevilik tabii ki Hz. Ali’yi sevmekten ibaret değil” oluyor. Ancak o sözün en temel problemi Aleviliğin ne olduğunu dışardan tanımlama iddiasına sahip olması. Halbuki hükümetin düzenlediği Alevi çalıştaylarının nihai raporunda da amacın “Aleviler kendilerini nasıl algılıyorsa o doğrultuda geçerli olabilecek yeni bir tanınma biçimini hayata geçirmek” olduğu belirtilmiş durumda. Yani Aleviliğin ne olup ne olmadığını belirlemek Alevilerin işidir.

Yeniden Alevi açılımı

Bu noktada Alevilerin kendi aralarında bir görüş birliğine sahip olmaması gerçeği karşımıza çıkıyor. Evet, Aleviler arasında Aleviliğe birbirine taban tabana zıt anlamlar yükleyenler var, ancak Alevi olmayanların bu durumdan istifade ederek Aleviliğin ne olduğunu belirlemeye kalkmaları da doğru değil. Özellikle siyasi iktidarın Aleviler arasındaki yorum farklılıklarında tarafsız kalması, Sünniliğe yakın gördüğü bazı yorumları kayırmaktan vazgeçmesi şart.

Hükümetin yarım kalan Alevi açılımını yeniden başlatmak istediğini biliyoruz ki bu iyi bir haber. Ancak açılıma elverişli bir zeminin oluşması için siyasi iktidarın Alevi kimliğini tanımlama yerine, Alevilerin talep ve beklentilerini yerine getirmeye çalışması gerekiyor. Bu bağlamada hükümet, üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adının verilmesine Alevilerin itirazlarını ciddiye almalı.

Başbakan’ın da, Aleviliği Hz. Ali sevgisiyle sınırlama ısrarından vazgeçmesi, Aleviliğe saygı duyduğunu, Alevileri “oldukları gibi” sevdiğini, onların inandıkları gibi yaşamaları için elinden geleni yapacağını söylemesi gerekiyor.

DİĞER YENİ YAZILAR