Aradan epey zaman geçmiş olmasına rağmen Genelkurmay’dan “Kürt açılımı” hakkında herhangi bir görüş beyan edilmemiş olması çoğu kişiyi şaşırtırken bazılarını da kızdırıyordu. Hele son MGK bildirisinde “açılıma devam” mesajı verilmesi, yani açılımın bir “hükümet değil devlet politikası” olarak tarif edilmesi bu rahatsızlıkları iyice tırmnadırmıştı.
Dolayısıyla önce MHP Lideri Devlet Bahçeli, ardından CHP Lideri Deniz Baykal’ın, son MGK bildirisine yönelik sert itirazlarında esas muhataplarının Cumhurbaşkanı Abdullah Gül veya AKP hükümeti değil TSK komuta kademesi olduğu belliydi. Ve çok geçmeden Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ “Zafer Haftası” vesilesiyle açılım hakkında ilk kez açık ve net mesajlar vererek muhalefetin beklentilerini yerine getirmiş oldu.
Org. Başbuğ’un “Anayasa’nın değiştirilmesi teklif bile edilemez olan 3’üncü maddesinde ifade edildiği gibi ‘Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir.’ TSK, Atatürk tarafından bizlere emanet edilen ve Anayasa’nın 3’üncü maddesinde de belirtildiği şekilde; Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet ve üniter-devlet yapısının korunmasında taraftır ve taraf olmaya da devam edecektir” sözleri hiç kuşkusuz muhalefet liderlerinin hoşuna gitmiştir, fakat bildirinin tümüne baktığımızda TSK’nın bütün rezerv ve kırmızı çizgilerine rağmen startı verilmiş olan açılıma karşı çıktığı sonucunu çıkarmak mümkün değil.
Kültürel farklılıklara saygı
Bu noktada ilk olarak “TSK, güvenlik alanının dışında kalan ekonomi, sosyo-kültürel ve uluslararası alanlarda da devlet tarafından gerekli tedbirlerin alınmasının önemli olduğuna inanmaktadır” ifadesi karşımıza çıkıyor. Org. Başbuğ’un değişik vesilelerle bu yaklaşımı dile getirdiğini ve bunu temel aldığını zaten biliyorduk. Cumhurbaşkanı Gül’e sık sık “devlet kurumları arasındaki uyum”dan söz ettiren de herhalde Org. Başbuğ’un bu yeni yaklaşımı olsa gerek. Bu açıdan dünkü bildirideki “TSK kültürel farklılıklara saygılıdır” cümlesinin de Türkiye’nin Kürt sorunu tarihinde hayli önemli bir eşik olduğunu vurgulamak şart. Ne var ki hemen ardından gelen “ancak kültürel farklılıkların siyasallaştırılmasını, başka bir ifadeyle siyasal temsil aracı olmasını, toplumsal siyasal kimlik unsuru haline getirilmesini, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası içinde mümkün göremez” rezervi bu açılımın pek de kolay olmayacağının işaretidir.
Dünkü bildiride PKK ve Öcalan’ın muhatap alınıp alınmayacağı tartışmalarına da tam olarak kırmızı bir çarpı atılmak istendiği ayrıca dikkat çekiyor. “TSK, terör örgütü ve destekleyicileriyle ilişki kurulmasına yol açabilecek hiçbir faaliyet içinde bulunamaz” sözlerindeki “TSK” terimi yerine pekala “MGK”yı koyabiliriz ve devletin örgüt veya onun lider kadrosuyla herhangi bir şekilde müzakereye girişmesinin önünde çok güçlü bir TSK barikatı olacağını kestirebiliriz.
Sansür olmaz, olsa da işe yaramaz
Bildirideki “TSK, ‘usul ve yöntem esası belirler’ noktasından hareketle takip edilecek usul ve yöntemlerde özenli olunmasının gereğine inanır” sözlerinin muhatabının kim olduğuysa yeni bir polemik konusu olacağa benziyor. Kimilerine göre burada esas olarak açılıma “usul ve yöntem esası belirler” diyerek start vermiş olan hükümet; kimlerine göreyse tartışmanın düzeyinin hızla düşmesinde epey sorumluluğu olan muhalefet eleştirilmektedir. Bana göre TSK son günlerde yaşanan tartışmanın tümünden rahatsız ve tüm tarafları uyarmak istiyor.
Son olarak bildirinin en hassas bölümüne gelebiriz. “TSK her konuyu tartışabilme özgürlüğünün, devletin varlığını riske sokacak, ülkeyi kutuplaşmaya, ayrışmaya ve çatışma ortamına sokacak konuları içermemesi gerektiğine inanır” uyarısının Kürt açılımının sağlıklı ilerlemesine herhangi bir katkısı olacağına inanmıyorum. Çünkü Türkiye yıllardır bir tabu olarak gördüğü Kürt sorununu, ancak toplumun tüm kesimlerinin katılacağı özgür bir tartışma zemininde kalıcı bir şekilde çözme imkanına sahip olabilir. Nitekim İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın ilk basın toplantısında altını özenle çizdiği husus “demokrasi, temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi” ve “özgür tartışma”ydı.
Kürt sorunu gibi çetrefil ve kangren olmuş bir konunun tartışılmasını şu ya da bu gerekçeyle sınırlamaya veya sansürlemeye çalışmanın kimseye bir yararı olmaz, kaldı ki böyle bir engellemenin günümüzde mümkün olabileceğini de sanmıyorum.
Hem açılıma, hem kırmızı çizgilere devam
Haberin Devamı