Tam da CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun da üniversitelerde türban (başörtüsü) sorununun çözümü için adım attığı (veya atmaya kalktığı) bir dönemde Hizbullah’a yakın oldukları iddia edilen bazı veliler, çocuklarını ilköğretim okullarına başörtüsüyle sokmak isteyerek tartışmalara yepyeni bir boyut getirdiler. Daha doğrusu normalde ilerki bir dönemde yaşanması söz konusu olan bir tartışmaya erken start verdiler. Nitekim aslında son derece münferit bir hadise olan bu girişim Türkiye’deki türban tartışmasına damga vurdu. Ve Hayrünnisa Gül’ün İngiltere’de kendisine yöneltilen bir soruyu cevaplandırırken ilköğretimde başörtüsüne kesinlikle karşı olduğunu, hayli açık ve sert kelimelerle ifade etmesiyse tartışmada tarafların birbirine karışmasına neden oldu.
Hayrünnisa Gül’ün bu sert çıkışı, popüler deyimle, muhafazakâr kesimlerde tam bir şok etkisi yarattı. Radikal eğilimli İslamcıların biraraya geldiği ve başörtüsü yasağına karşı faaliyetleriyle özellikle dikkat çeken Özgür-Der’in kendisini “beyazlamaya çalışan siyah”a benzetmesi (bilmeyenler için açıklayalım: “Beyazlamaya çalışan siyah” ABD’de siyah grupların temel hak ve özgürlük mücadelesine katılmayan, hatta ona karşı çıkıp kendilerine beyazlar arasında yer yapmaya çalışan siyahlar için söylenmiştir. Yani en basit deyimiyle “işbirlikçi” anlamına gelir) tartışmanın çıtasını çok yükseklere çıkardı. Ali Bulaç, Ahmet Taşgetiren gibi muhafazakâr aydınlar da Hayrünnisa Gül’e itirazlarını yer yer çok sert ifadelerle dile getirdiler.
Kaza deyip geçeceklerdi
Eğer Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, vakit geçirmeden eşiyle aynı görüşte olduğunu açıklamasaydı bu konu Hayrünnisa Gül’ün neden olduğu bir “kaza” olarak kabul edilip üstü kapatılırdı. Çünkü gerek ilkokul ve liselerde, gerekse devlet dairelerinde başörtüsü takılıp takılmayacağı, şu dönemde, başta AKP hükümeti olmak üzere muhafazakâr kesimin hiç ama hiç tartışmak istemedikleri bir konu. Zaten CHP ile birlikte üniversitelerdeki yasağı kaldırmaya yönelik düzenleme sırf bu yüzden, AKP’nin bu konularda taahhütte bulunmak istememesi nedeniyle gerçeklememişti.
Evet kaçınılmaz olan ama geciktirilmek istenen bu hayati tartışma, bir-iki velinin girişimi ve Hayrünnisa Gül’ün bir soruya irticalen verdiği bir cevapla başlamış oldu. İyi de oldu. Örneğin sıcağı sıcağına Başbakan Erdoğan’a bu konuda ne düşündüğü soruldu, o da, bana (ve birçoklarına) göre, üstü kapalı cümleler kursa da, Cumhurbaşkanı (ve eşi) ile aynı görüşte olmadığını açıkladı.
Laiklerin tavrı
Normal olarak Gül ile Erdoğan’ın bu kadar kritik bir konuda farklı pozisyonlar almasının çok ciddi siyasi sonuçlar doğurması beklenir. Yine de “laikliğe duyarlı” olarak tarif edebileceğimiz kesimin, muhafazakârlar arasındaki bu tartışmaya nasıl bakacakları ve ne tavır alacaklarını bekleyip görmek lazım. İçlerinden büyük bir grubun “AKP’liler ‘iyi polis-kötü polis’ oynuyla bizi kandırmaya çalışıyor” diye düşünüp bu tartışmayı önemsemeyeceklerini rahatlıkla tahmin edebiliriz.
Fakat ilk günden Kılıçdaroğlu’nun yaptığı gibi, Hayrünnisa Gül’ün (ve dolayısıyla Cumhurbaşkanı’nın) “hükümetten daha cesur çıktığını” kabullenirlerse Türkiye’deki başörtüsü sorununun toplumun tüm kesimlerinin mutabık kalacağı bir şekilde çözülmesinde aktif rol oynayabilirler.
Sonuç olarak, çok kritik bir konuda hayli elverişli bir noktadayız. Bu fırsatı kaçırmamalı ve işe zaten pratikte kalkmış olan üniversitelerdeki başörtüsü yasağını kalıcı bir şekilde kaldırmakla başlayabiliriz, başlamalıyız.
Hayrünnisa Gül’ün sunduğu fırsat
Haberin Devamı