Şu günlerde birçok kişi birbirine AKP’nin Anayasa paketi hakkında ne düşündüğünü, bir referandum olursa ne oy vereceğini soruyor. Gözlediğim kadarıyla kafalar tam olarak net değil. Değil kendi halinde seçmen, “kanaat önderi” diye tanımlayabileceğimiz kişiler bile olaya tam anlamıyla vakıf olabilmiş değill. Üstelik, zaten dar bir zaman diliminde ve epey heyecansız geçen tartışma ortamı, her olayda olduğu gibi, iki uç ( “evetçiler” ve “hayırcılar” ) tarafından sabote edilmekte.
Sonuçta, son dönemde sık sık olduğu gibi kendimi bir kez daha ortalarda bir yerde konumlandırmak noktasına vardım. Normal şartlarda bu pakete tereddütsüz “evet” oyu verirdim. Fakat şu ana kadar yaşanan birçok gelişme nedeniyle tereddütlüyüm. Önce usul ile ilgili eleştirilerimi sıralamak istiyorum:
1) Normalde yepyeni bir sivil anayasaya ihtiyaç duyduğumuz ortada. Fakat koşullar buna el vermiyorsa pekala bu tür paketlerle köklü değişikliklere gidilebilir. Fakat paketin içeriğinin olabildiğince geniş bir uzlaşmayla belirlenmesi gerekirdi. AKP bunu yapmadı, taslağı kimseye danışmadan hazırladı;
2) Taslağın tartışılması için de çok ama çok az bir süre tanındı ve kısa sürede hazırlanan tasarı TBMM’ye sunuldu;
3) Referanduma gidilmesi durumunda seçmenin madde madde oylamasına yanaşılmayacağı alenen ilan edildi.
Kürt sorunu unutuldu
Bunlar yönteme ilişkin itirazlarım. İçeriğe gelince; yüksek yargının yeniden düzenlenmesi, askeri yargının alanının daraltılması, YAŞ kararlarının bir bölümüne yargı yolunun açılması, parti kapatmaların zorlaştırılması prensip olarak doğru adımlar. Fakat Anayasa Mahkemesi ile HSYK hakkındaki düzenleme önerilerinin, Prof. Ergun Özbudun liderliğindeki heyete yine AKP tarafından hazırlatılmış olan anayasa taslağının epey gerisinde kalmış olmaları düşündürücüdür.
Daha önemlisi, paketin ana gövdesini bunların oluşturması, AKP’nin, paket için Türkiye’den ziyade kendi önceliklerini seçmiş olduğunu bize gösteriyor. Aksi olsaydı, pakette özellikle Kürt sorununun çözümüne yönelik bazı değişikliklerin de yer alması gerekirdi.
Kraldan çok kralcılar
Beni bu paketten en çok “kraldan çok kralcılar”ın soğuttuğunu itiraf etmeliyim. İsim vermeye gerek yok. Genellikle olduğu gibi yine çok kibirli ve çok acımasızlar. AKP’nin paketinin Türkiye’nin gerçek ihtiyaçlarını tam olarak karşılamadığı, yeterince uzlaşma aranmadığı ve bu haliyle referanduma gidilmesinin ülkede zaten var olan kamplaşmayı daha da azdıracağı gibi eleştiri ve uyarılarda bulunan az sayıdaki aklıselim sahibini susturmak ve devre dışı bırakmak istiyorlar.
İlginçtir, onlar da paketin çok eksiği olduğunu kabul ediyor, ama “mükemmel iyinin düşmanıdır” diyerek “küçük bir devrim” olarak tanımladıkları pakete şartsız destek istiyor, hatta dayatıyorlar. Ve tabii bütün bunları “demokratikleşme” adına yapıyorlar. Başbakan’ın son “kaçak Ermeni” şantajını sert biçimde eleştirmiş olmalarından cesaret alarak “gerektiğinde biz de AKP’yi eleştiriyoruz” demeyi de ihmal etmiyorlar.
Aslında çok söz söylemeye gerek yok. Bu kişilerin bir bölümü, temel sloganı “gerçekçi ol, imkansızı iste” olan 1968 kuşağından. Onca yıl sonra “hayalci ol, azla yetin!” noktasına varmış olmaları hem kendileri, hem Türkiye için üzücüdür.
Dünkü yazımda yüzde 10 barajının 12 Eylül 1980 askeri darbesi ürünü olduğunu yazmıştım. Sedat Ergin, 12 Eylülcülerin 1983 seçimlerine katılacak partileri veto yoluyla ayıklamış olduğunu, barajın 1987 seçimleri öncesi ANAP Lideri Turgut Özal tarafından konulduğunu hatırlattı. Kendisine teşekkür eder, okurlardan özür dilerim. Bu arada Özal’ın nerdeyse “cumhuriyet tarihinin en demokrat siyasetçisi” olarak tanımlanmasının, tıpkı yüzde 10 barajı gibi ne kadar gayri adil olduğuna dikkat çekmek isterim.