Dün Hasdal Askeri Cezaevi’nden, Balyoz Davası’nın 35 nolu sanığı Tümgeneral Ahmet Yavuz’un mektubunu yayınladım. Bugün kendisine ve onun üzerinden diğer cezaevi arkadaşlarına bir cevap yazmak istiyorum.
Ahmet Bey,
Siz de birçok kişi gibi, Ergenekon ve Balyoz süreçleri 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte yaşananları kıyaslamamdan rahatsız olmuşsunuz. “Bir dönemi zihinsel düzeyde sorgulamak, yermek ve hatta mahkum etmek başka bir şeydir. Bugün yaratılan hukuksuzluğu sergileme gayreti ile o dönem arasında bağ kurmak başka bir şeydir” diyorsunuz ama bence çok kötü yanılıyorsunuz.
Neden yanıldığınızı izah etmeye çalışmadan önce birkaç basit karşılaştırma yapmak isterim. Aynı bina mı söz konusu bilmiyorum ama benim de hapislik maceram 1981 Nisan sonunda Hasdal Askeri Cezaevi’nde başladı, yaklaşık bir yıl sonra Metris’e sevk edildim. Keşke binaların dili olsa da sizlere bundan 30 yıl önce oralarda ne zulümlerin yaşandığını, bazı subayların bunları nasıl normal karşıladığını, hatta kimi zaman zevk aldığını anlatsa.
Bir tutuklu için en heyecan verici günler ziyaret günleridir. Daha haftanız dolmadan helikopterlerle Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları sizleri ziyaret etti. Ne güzel! Ama benim aklıma, bir ziyaret günü, görüş alanına giderken sırf bana el salladı diye tartaklanan annem ve bunun hemen ardından cezaevi müdürü binbaşının beni kendi makam odasında bizzat dövüp hücreye atması geldi.
Aramızda çok ama çok fark var. Bizlere 30 yıl önce, gardiyanlar başta olmak üzere karşımıza çıkan her asker kişiye “komutanım” diye hitap etmemiz dayatıldı. İstanbul askeri cezaevleri buna direndi, hatta sırf bu yüzden birçok arkadaşımızı kaybettik. Bugünse gardiyanlara, sizlere “Paşam” demeleri emrediliyormuş.
12 Eylül döneminde askeri rejiminin nice adaletsizliğine, insanlıkdışı işkencesine, zulmüne maruz kalmış bir kuşağın bir ferdi olarak kimsenin ama kimsenin adaletsizliğe, işkenceye, zulme maruz kalmasını istemem; bu uğurda elimden gelen her şeyi de yaparım.
Bu noktada sizlerin durumunuza bakacak olursak, “Bize adaletsizlik yapılıyor. Deliller uyduruluyor. Komploya kurban edilmek isteniyoruz” diyorsunuz. Özetle Türkiye’de “suçluyu suçsuz, suçsuzu suçlu gösteren mekanizmalar”ın varlığından şikayet ediyorsunuz. Şikayetinizde haklı olabilirsiniz ama şunu aklınızdan hiç çıkarmayın: Bugün ülkede yargı kimseye güven vermiyorsa bunun birinci sorumlusu askeri rejimler ve ordunun siyaset ve yargıya müdahale etmesidir.
Eğer 12 Eylül’de yargılamalar evrensel normlara uygun yapılmış olsaydı, eğer 28 Şubat sürecinde ordu, yargı mensuplarını ayağına çağırıp onlara irtica brifingleri vermemiş olsaydı, günümüzde asker kökenli sanıkların adalet taleplerine kamuoyu daha fazla kulak kesilirdi.
İntikam değil
Kimseden intikam alma peşinde değilim, değiliz. Hele 12 Eylül’ün faşizminin yükünü günümüzün subaylarına yüklemenin de bir başka zulüm olduğunu biliyorum. Ama aradan geçen onca yıla rağmen TSK’dan hiçbir şekilde bir özeleştiri çabası gelmemesi son derece anlamlıdır.
İşte Ergenekon, Balyoz gibi davalar bu noktada birer fırsat olabilir. Mahkeme salonlarını, savunma kürsülerini, Türkiye’nin çok ihtiyacı olan bu yüzleşme için kullanmaya ne dersiniz?
Sizlerden, 11 nolu CD konusuna ek olarak, Türkiye’nin yakın tarihi ve ordunun siyasi yaşama müdahaleleri hakkında ne düşündüğünüzü de duymak isteriz.
Şayet bu ülkenin ordusunun, değişik dönemlerde, şu ya da bu bahaneyle kendi halkına reva gördüğü zulümlerden şahsen üzüntü duyduğunuzu belirtirseniz, hem siz, hem TSK, hem de Türkiye için seviniriz.
Üzülmeseniz de biz yine sizin için üzülürüz.
Son olarak, sizi üzen yazımın son cümlesini tekrarlayarak sizlere geçmiş olsun diyorum:
Demek ki adalet her zaman ve herkes için lazımmış!
Hasdal’a mektup var
Haberin Devamı