Geçtiğimiz günlerde Muş’un Bulanık ilçesinde Fethullah Gülen cemaatiyle irtibatlı olan bir dershane ve öğrenci yurdu, Diyarbakır Lice’de Mahsum Korkmaz heykelinin yıkılmasını protesto gerekçesiyle bir grup tarafından saldırıya uğradı ve yakıldı. Bu, PKK’nın Cemaat’e yönelik ilk saldırısı değil, böyle giderse sonuncusu da olacağa benzemiyor. Zira ülkemizin AKP iktidarından sonra önde gelen iki önemli güç odağının ilişkileri yıllarca hasmane bir şekilde sürdü. Ocak ayı sonunda Kandil’de söyleşi yaptığımız KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık kendilerinin Cemaat ile görüşmek istediklerini ama hep reddedildiklerini söylemişti. Geçen hafta kendisine aynı konuyu hatırlattığımda, geçen süre zarfında herhangi bir gelişme yaşanmadığını belirtti.
Anlayabildiğim kadarıyla PKK, Cemaat ile en azından belli bir diyalog içinde olmak istiyor, ancak söyleminde PKK karşıtlığı giderek daha merkezi bir yer işgal eden Cemaat buna yanaşmıyor.
Halbuki iki hareketin de son derece pragmatist ve reel politiğe göre davrandığını kabul ettiğimizde tam tersi olması beklenirdi: Kürt siyasi hareketinin (KSH), çözüm için müzakere yürüttüğü AKP hükümetiyle savaş halinde olan Cemaat ile mesafesini daha da açması, Cemaat’in de siyasi iktidarı zor durumda bırakmak için KSH ile ilişki geliştirmeye çalışması şaşırtıcı olmazdı.
Irak Kürdistanı tamamen farklı
Cemaat’in özünde Kürtlerle bir sorunu yok. Bir gazeteci olarak Cemaat’in Irak Kürdistanı’ndaki okullarını gezdim, çalışanlarıyla konuştum ve yerel Kürt yöneticilerden onlara nasıl baktıklarını da öğrendim. Açıkçası Gülen cemaati 1994’ten itibaren o bölgede çok başarılı bir çizgi tutturmuş durumda. Ve bunun ilk ve en önemli nedeni Kürtleri oldukları gibi kabul etmek, onlara bir şey dayatmaya çalışmamak ve kendi içlerindeki güç dengelerini yakından ve akılcı bir şekilde tahlil etmek. Bu sayede Irak Kürdistanı’nda iyice kök salmış durumdalar. Öyle ki IŞİD’in Erbil’in kapısına dayandığı günlerde kenti terk etmeyen az sayıdaki ‘yabancı’ arasında Cemaat okullarının çalışan ve yöneticileri vardı.
Ama iş Türkiye’ye gelince tam tersi bir stratejiyle karşı karşıyayız. Gülen cemaati Kürt realitesini kabul ediyor fakat KSH, diğer deyişle PKK realitesini kabule yanaşmadığı için yerinde sayıyor, hatta geriliyor. Bu strateji yanlışının ülkemize çok ağır bir faturaya mal olduğunu, yakın zamana kadar süren KCK operasyonlarıyla gördük. Bir dönem AKP hükümetini de Kürt sorununu KSH’ni dışlayarak çözmenin mümkün olduğun ikna etmiş olan Cemaat’in “sivil olmayan kanadı”, yaşanan onca şeye rağmen hâlâ yanlışta ısrar ediyor. Bir kısmı cezaevinde olan polis şeflerinin “Biz tam sorunu kökünden çözüyorduk ama hükümet içindeki İran ajanları her şeyi bozdu” tadındaki açıklamaları acaba kimseye tatminkâr geliyor mudur?
Bulanık saldırısının ardından Cemaat yanlıları sosyal medyada şu soruyu dolaşıma soktular: “Irak Kürdistanı Hizmet’in eğitim kurumlarını gözü gibi korurken neden Türkiye’de örgüt bu kurumları kundaklıyor?”
İlk bakışta çok haklı gözüken bir soru. Ama bunu tersine çevirip “Irak’ta Kürt siyasi örgütleriyle son derece dostane ilişki geliştiren Cemaat Türkiye’de KSH’ne neden hasmane yaklaşıyor?” diye sormak da mümkün.
PKK çizgisinin, Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı savaşarak bir bölgesel güç olduğunu kanıtladığı, Batı’da hakkında var olan ‘terörist’ algısından hızla arındığı bir dönemde Cemaat’in eski söylemlerde ısrar etmesi, AKP iktidarını KSH ile müzakere ettiği için köşeye sıkıştırmaya çalışması, çözüm sürecini zora sokma ihtimali olan her türlü olumsuzluğu alabildiğine azaltması, başkalarını bilmem ama beni çok şaşırtıyor.