Fethullah Gülen’in The Wall Street Journal’a verdiği röportaj üzerine çok şey yazıldı, söylendi ancak şu soru hâlâ sorulmayı ve cevaplanmayı bekliyor: Gülen’in eleştirileri sadece Mavi Marmara olayıyla mı sınırlı, yani zaman geçtikçe unutulup eskisini yitirir mi, yoksa bu sözler, Gülen cemaatinin, İslami kesimin diğer kesimleriyle arasına “yeniden” mesafe koyma arayışının bir dışa vurulması mı?
Bu sorunun cevabına koyulmadan önce neden “yeniden” sözcüğünü tırnak içine aldığımı açıklamam gerekiyor. Şöyle ki Fethullah Gülen kendi başlattığı hareketi bugünlere getirmek için ilk aşamada diğer İslami cemaatlerle arasına belirgin bir mesafe koymuştu. Gülen bir yandan öğrencilerinin diğer cemaatlerla ilişkisini en az düzeyde tutarken diğer yandan, başta devlet olmak üzere ilgili odaklara, kendisinin kimseyle birlikte hareket etmediğini göstermek için elinden geleni yapıyordu. Özellikle şu ya da bu alanda, şu ya da bu şekilde “radikal” tavır alanlara uzak kalmakla yetinmiyor, onları alenen eleştirmekten de geri kalmıyordu. Sırf bu stratejisi nedeniyle, başta radikalliğe eğilimli gruplar olmak üzere diğer İslami oluşumlar da Gülen ve cemaatine uzak durmuş, onun niyet ve ilişkilerine kuşkuyla yaklaşmış ve hakkında sayısız komplo teorisi üretmişti.
Gülen cemaatinin Milli Görüş hareketiyle ilişkisi de bu anlattıklarımıza benzer biçimde hayli sorunlu olagelmiştir. 1990 başlarında kendini görünür kılan Gülen birçok lider ve siyasetçiyle görüşmüş ancak o dönemde yükselişte olan Refah Partisi’nin önde gelen isimleriyle pek yanyana görülmemişti. Aynı tarihlerde bazı odakların Gülen’i, RP’nin yükselişini engelleyebilecek bir güç olarak gördükleri, Gülen’in de bu algıdan alabildiğine istifade edip, bir tür “devlet gözetiminde” kendi yükselişini yaşamış olduğu da bir sır değildir.
Sır olmayan bir başka olgu da Gülen’in 28 Şubat sürecinde mağdur RP ile dayanışma içine girmek yerine geleneksel iktidar odaklarıyla iyi geçinmenin yollarını araması, bu uğurda onlara danışmanlık yapmaya bile talip olmasıdır. Fakat 28 Şubat’ı yapanlar, kısa sürede RP’yi ve ona yakın cemaat ve grupları devre dışı bıraktıktan sonra Gülen cemaatine de acımadılar. Gülen de buna bağlı olarak ABD’ye gitti ve hâlâ dönmedi.
Ergenekon’la kapanan ara
İşte Gülen cemaatiyle Milli Görüşçüler arasında, geleneksel olarak varolup 28 Şubat’ta iyice açılan mesafe yıllar sonra, özellikle Ergenekon süreciyle birlikte kapanmaya yüz tutmuştu. Dönem dönem farklı strateji ve taktiklere meyletseler de AKP hükümetiyle Gülen cemaatinin, askeri siyasi alanın dışına atma noktasında, genel olarak başarılı bir ittifak yürüttüklerini söyleyebiliriz. Bu ittifakla birlikte diğer İslami oluşumların Gülen cemaatine bakışlarının da yumuşadığını, eleştirilerin rafa kaldırıldığını da gözledik. Fakat kökleri çok eskiye dayanan “karşılıklı güvensizlik” varlığını hep korudu. Ama asıl varlığını sürdüren, Gülen cemaatiyle diğerleri arasındaki dünyaya bakış farklılığıydı. Bu farkı şöyle özetleyebiliriz: Gülen ve cemaatindekiler, sevsinler ya da sevmesinler, Batı dünyasını çok önemser, ona “rağmen”, hele ona “karşı” çıkarak faaliyet yürütmenin uzun vadede hiçbir işe yaramayacağına inanırlar.
Diğerlerinde, örneğin Milli Görüş geleneğinden gelenlerdeyse tam tersi bir yaklaşım egemendir. Onlar ne kısa, ne uzun vadede meşruiyetlerini Batı dünyasında aramadıkları ve hatta esas olarak onu dize getirmeyi hayal ettikleri için güçlü ve haklı olduklarını düşündükleri her anda Batı’ya rağmen, hatta ona karşı davranmaktan geri durmazlar. Batı derken tabii ki öncelikle ABD’yi kastediyorum ancak İsrail’in de hem Gülen cemaati, hem de diğer İslami oluşumlar tarafından çok önemsendiğini, hatta bazen en önemli güç odağı olarak görüldüğü de aşikârdır. Ve aşikâr olan diğer bir husus, Gülen ve cemaatinin sadece ABD değil İsrail’i de cepheden eleştirmekten, bu arada Filistin sorununu da gündemlerinin ana maddelerinden biri yapmaktan kaçındıklarıdır.
Gülen eksenini koruyor
Gülen’in Mavi Marmara olayı hakkındaki sözlerine dönecek olursak: Nasıl bazı Batılılar, Ankara’nın İran ve Filistin sorunlarındaki son çıkışlarını bir tür “eksen kayması” olarak görüyorlarsa Gülen’in de benzer bir kaygıya sahip olduğunu görüyoruz. En azından, hükümet ne yaparsa yapsın, kendisinin ekseninde bir sapma olmayacağını, Batılı güç odaklarıyla kuracağı her ilişkide onların otoritelerine saygıda kusur etmeyeceğini göstermek istediğini söyleyebiliriz. Ancak nasıl 28 Şubat’taki tavrı kendi cemaati içinde derin tartışmalara yol açtıysa bu sefer de bazı öğrencileri ve bağlılarının onun bu sözlerinden rahatsız olduklarını kestirmemiz güç değildir. Tabii Gazze sorununa ve dolayısıyla Mavi Marmara olayına bu kadar angaje olan hükümetin de bu sözleri kolay kolay unutmayacağı da muhakkaktır.
Gülen cemaati ve AKP: Yollar yeniden ayrılıyor mu?
Haberin Devamı