PKK’nın silahlı güçlerini geri çekmeye başlamasıyla dün yeni bir aşamaya giren yeni İmralı sürecinin geleceğini kestirebilmek için birçok soru sorabiliriz. Bugün bunların en önemlilerinden birini, belki de en önemlisini tartışmak istiyorum: Gülen cemaati sürecin neresinde?
“Belki de en önemli soru” diyorum çünkü:
1) Gülen cemaati günümüz Türkiye’sinin en önde gelen güç odaklarından biri hâline geldi, hatta AKP ile bir süredir kritik bir iktidar mücadelesi içinde olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla hiçbir hayati konuda cemaatin tutumunu göz ardı etme lüksümüz yok.
2) Gülen cemaati hem Kürtler (Irak Kürtleri de dâhil) arasında ciddi bir şekilde faaliyet yürütüyor, hem de Kürt sorununa özel olarak önem veriyor.
3) Devlet içinde Kürt ve PKK sorunlarıyla doğrudan ilgili olan güvenlik ve adliye bürokrasisi içinde Gülen cemaati hayli etkili.
4) Gülen cemaati küresel anlamda da çok güçlü bir ağa sahip. Bu ağ aracılığıyla değişik konularda lobicilik yapabiliyor.
5) Başlangıçta Fethullah Gülen’in “sulhta hayır vardır” açıklamasıyla yeni sürece destek veren cemaatten daha sonra benzer pozitif açıklamalar pek gelmedi. Hatta tam tersine, sürecin gidişatına yönelik eleştiri, kuşku ve endişeler daha fazla dile getirilir oldu.
Neden mesafeli?
Hasan Cemal bir yazısında Gülen cemaatinin sürece bakışı için “mesafeli ama suyu da bulandırmıyor” tespiti yapmıştı ki büyük ölçüde haklıydı. Ancak son günlerde, yukarıda da değindiğimiz gibi cemaatten süreçle ilgili yapılan açıklamalarda suyun bulandığını görüyoruz. “Neden böyle oldu?” sorusuna herhâlde şu cevabı verebiliriz: Cemaat suyun zaten bulanık aktığını düşünüyor!
Burada cemaatin, sürecin üç ana aktöründen ikisine (Abdullah Öcalan/PKK ve Hakan Fidan) kuşkuyla bakması, sonuncusuna (Başbakan Erdoğan) tam olarak güvenmemesi belirleyici rol oynuyor. Zaten sürecin merkezine Öcalan’ın alınmış olmasını içine pek sindiremeyen Gülen cemaatinin, gerek Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan İmralı zabıtlarında ortaya çıkan Öcalan’ın kendilerine yönelik suçlamalarından, gerekse Murat Karayılan’ın basın mensuplarına yaptığı açıklamalardan fazlasıyla rahatsız olduğunu biliyoruz. Özellikle Karayılan’ın sözünü ettiği “belgeler” konusunda cemaatin MİT’ten kuşkulandığını da ayrıca görüyoruz.
Öte yandan akil insanlar heyetine doğrudan cemaat adına konuşabilecek kimsenin alınmamış olması dikkat çekici. Cemal Uşşak Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nda önemli sorumluluklar üstlenmekle birlikte aslen cemaate mensup olmayan, nevi şahsına münhasır bir Nurcudur. Hükümetin Zaman Gazetesi’nden seçtiği tek isim olan Etyen Mahçupyan’ınsa cemaati temsil etme gibi misyonu olmadığı ortada.
Bundan sonra...
Cemaatin sürece ilişkin eleştiri ve endişelerini şimdilik burada noktalayıp “bundan sonra ne olur?” sorusunu irdeleyecek olursak tam bir belirsizlikle karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Cemaat sözcülerinin dolaylı ve hatta doğrudan çağrı ve uyarılarına rağmen hükümet süreci Öcalan/PKK/BDP ile başladığı gibi yürütmeyi sürdürürse cemaatin sürece olan mesafesi daha da açılacağa benzer. O zaman hükümet, geri çekilmeden sonraki aşama olan yeni anayasa yapma ve ona bağlı olarak Kürt sorununu çözmeye yönelik demokratikleşme hamleleri sürecinde Gülen cemaatinin katkılarından ve aktif katılımından mahrum kalabilir. Gülen cemaatinin doğrudan desteğinin ne kadar değerli olduğunu 12 Eylül referandumu ve son genel seçimlerde net bir şekilde gözlemiş olan AKP’nin, bu destekten mahrum kalma riskini değerlendirdikten sonra nasıl bir tutum belirleyeceğini henüz bilmiyoruz.
Düzeltme:
Yazı yayınlandıktan sonra bazı okurlar Zaman Gazetesi yazarı Mustafa Armağan'ın da akil insanlar heyetinde yer aldığı uyarısında bulundu. Zaman için Pazar günleri tarih yazıları kaleme alan Mustafa'yı “siyasi yazar” olarak algılamadığım için bu hatayı yapmış olmalıyım. Kendisinden ve okurlardan özür dilerim.
Teşekkürler
Gülen cemaati sürecin neresinde?
Haberin Devamı