Gül’ün imparatorluk mesajı dışarıya değil içeriye

Haberin Devamı

Bilindiği gibi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Baltık gezisinin ilk ayağı olan Letonya’nın başkenti Riga’da beraberindeki gazetecilerle yaptığı sohbet toplantısında çok önemli mesajlar vermişti. Şahsen bunların arasında en çok “İmparatorluk refleksi ve özgüveniyle hareket etmeliyiz” sözlerini önemsedim ve yazımın başlığına da bunu çıkardım. Nitekim Gül’ün bu sözleri kamuoyunda belli bir ilgi uyandırdı ve tartışmalara yol açtı.

Reel politikacı

Dün gezinin ikinci ayağı olan Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta düzenlenen basın toplantısında kendisine, sözlerinin daha önce başlamış olan “yeni Osmanlılık” tartışmalarıyla birlikte değerlendirilmesi hakkında ne düşündüğünü sorduğumda Cumhurbaşkanı çok açık ve altı çizili mesajlar verdi. Öncelikle “Türkiye Cumhuriyeti üniter bir devlettir, kesinlikle kimsenin toprağında gözümüz yoktur. Bunun dışında, başka ülkelere politika empoze edemeyiz. Şunu çok iyi bilir ve dikkat ederim: Her ülkenin bir gururu vardır. Hele eskiden birlikte yaşadığımız komşu ülkeler hakkında konuşurken daha fazla dikkat göstermeliyiz. Çünkü alınganlık gösterebilirler.”

“Ben reel politikayı bilen, gören ve buna dikkat gösteren biriyim” diyen Cumhurbaşkanı Gül, “imparatorluk refleksi ve özgüveni” gösterilmesi çağrısının kesinlikle dış politikayla ilgisinin olmadığını, amacının özellikle Kürt meselesi bağlamında içeriye hitap etmek olduğunu vurguladı ve şöyle konuştu: “Üniter yapımız içinde özgüvenimiz olması lazım. Farklılıkları bir tehdit olarak görüp karşımıza almak yerine bir zenginlik olarak kabul edip sahiplenmemiz lazım. Bu açıdan bakıldığında yerel yönetimlere daha fazla yetki vermemiz gerekiyor.”

İki tarz-ı siyaset

Gül’ün imparatorluk göndermesini dış değil iç politika açısından öne çıkarmasının hayli dikkat çekici ve önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü açıkça kabul etmiyor olabilirler ama ülkeyi yönetenlerin bir bölümü “yeni Osmanlı” olarak tanımlanabilecek bir projenin gerçekleşebileceğine inanıyor ve buna bağlı olarak reelpolitiğin sınırlarını, kimi zaman Türkiye’nin çıkarlarını tehlikeye atacak şekilde zorluyorlar. Bu kişilerin Türkiye’nin Kürt sorununa da iç barışı ve kardeşliği tesis etmekten ziyade ülkenin bölgesel güç olma iddiasını güçlendirme bağlamında yaklaştıklarını da biliyor, görüyoruz. Halbuki Kürt sorununun çözümü, hiçbir “ulvi” amaç için araçsallaştırılamayacak ölçüde, kendi başına çok ciddi ve ulvi bir amaçtır veya böyle olmak durumundadır.

Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Gül’ün, Selçuklu ve Osmanlı devletlerini, Türkiye içindeki farklılıkların bir arada, kardeşçe yaşaması perspektifiyle referans göstermesini, bu türden dış politikadaki maceracı yaklaşımları dengeleme arayışı olarak da görmek mümkün. Buradan devlet içinde çok temel konularda en azından iki farklı siyaset tarzı bulunduğu sonucuna da kolaylıkla varabiliriz.

DİĞER YENİ YAZILAR