İranlı düşünür Daryush Shayegan’ın “Yaralı Bilinç” adlı kitabı (Çeviren Haldun Bayrı) 1991 yılında Metis Yayınları tarafından basılınca hem sol, hem de İslami entelektüel çevrelerde geniş bir ilgi görmüştü. 6 yıl sonra İran’a ilk kez gittiğimde ilk söyleşimi onunla yapmış ve reformcu Muhammed Hatemi’nin cumhurbaşkanı olmasından duyduğu sevinci görmüştüm. Ancak ülkesinin geleceği hakkında çok da umutlu değildi ve galiba haklı çıktı.
12 yıl sonra, yine Metis, yine Haldun Bayrı çevirisiyle yeni bir Shayegan kitabı yayınladı: Melez Bilinç. Kitapta Shayegan’ın değişik tarihlerde kaleme aldığı, yine “geleneğin ideolojikleşmesi”, “tarihte tatil”, “kültürel şizofreni” gibi kavramları tartıştığı yazıları yer alıyor. Ama ben bugün kitabın “Arap dünyasının uyanışı” başlıklı önsözüne değinmek istiyorum. Çünkü yazarın 2009’da İran’da seçimlerdeki usulsüzlüğe karşı Yeşil Hareket, 2011’de Tunus’taki “Yasemin Devrimi” ve hemen ardından Mısır’daki Tahrir hareketi üzerine yaptığı bazı saptama ve yorumların Gezi direnişini daha iyi anlamada hayli yararlı olduğunu düşünüyorum.
“Rizom” ve ağaç
Öncelikle Shayegan, Ferhad Hüsrevhâver’den yararlanarak İran, Mısır ve Tunus’taki hareketlerin ortak noktaların en önemlilerini şöyle sayıyor: “Seküler olmaları, yurttaş saygınlığıyla ilgili talepler, ilkel Batı-aleyhtarlığını reddetmeleri, cinsiyetler-arası eşitliğin daha güçlü bir biçimde kabulü, yeni orta sınıfların su yüzüne çıkışı, başlarında siyasî bir önder bulunmayışı ve yeni iletişim teknolojileri.” Bu noktaları Gezi’de de gözlemek mümkün.
Shayegan, bu hareketleri anlamada, Gilles Deleuze’ün, internetin ortaya çıkmasından çok önce FÈlix Guattari’yle birlikte yazdığı “Kapitalizm ve Şizofreni” kitabında geliştirdiği “rizom” kavramına başvuruyor. Alıntılıyorum: “Belli bir yere kök salan ağaçtan farklı olan rizom, her nokta herhangi bir başka noktayla bağlantı kurabildiği için, sonsuz bir ağın oluşmasına imkân verir. Kopsa da, kırılsa da, yeniden uç verir ve başka yönlere yayılır. Ne başı bellidir, ne de sonu; durmaksızın doğa değiştirir, dolayısıyla başkalaşımların kaynağıdır. Bir yandan katmanlara ayrılmış ve mekânı belirginleştirilmiş olmasına rağmen, yine de mekânların dışına çıkaran hatlarla hareket eder; bu hatlar sayesinde yeni temas bağları, başka iletişim ağları oluşturarak ilerler. Hükümetler, gergin tavırları ve felç edici ağırlıklarıyla ağaç şekilli sistemler halinde kalırken, toplumlar ise çeşitlenir, git gide daha fazla göçebeleşir ve yeni dönüşümler doğurma potansiyelini yok etmeksizin, birbirini tutmayan çok sayıda unsuru uç uca getirir. Tahran, Tunus ya da Kahire sokaklarındaki göstericilerin çoğunun gerçek anlamda liderleri olmaması da bundandır: Hiyerarşik bir emir-komuta zincirinden komut almadan kendi kendilerine örgütlenmektedirler.”
“Hem fotoğrafçı, hem birey”
Shayegan’ın, İran sokaklarındaki gözlemlerinin Gezi deneyimiyle ciddi ölçüde örtüştüğünü görüyoruz: “Her İranlı tek bir kişiydi ama muazzam dal budak salmış bir ağ içinde diğerleriyle bağlantı halindeydi; sokaktaki her kişi hem fotoğrafçı hem birey’di, adeta başlı başına bir muhabirdi; öyle ki, mesajını ânında gönderirken, ötekilerle uyum içinde kendi kişisel görüşünü ifade ediyordu; bu ‘kişisellik’ de oradaki herkesin bütünleyici benliği olabiliyordu.”
Ve komplo teorileri: “(İran’da) Hükümetin iddia ettiği gibi yabancı medya tarafından kullanılmaktan ziyade, olayların can evinde çekilmiş görüntüleri dünyanın üzerine boca eden ve olaylara kendi yorumunu dayatarak batılı medyayı ustalıkla kullananlar, bilâkis göstericilerdi. Reformcuları -tıpkı Suriye’de olduğu gibi kitle halinde tutuklayarak hareketin kafasını koparma kararı aldığı zaman iktidarın elinden kaçan da tam bu oldu. Siyasi alanda sesi çıkanları zararsız hale getirirken, iktidar, sistemi temelinden sarsan denetim-dışı tüm ajitasyonlardan ilelebet kurtulacağını zannediyordu. Oysa ilk başta hiç böyle bir şey olmadı, çünkü kendi kendini üreten ağlar işlerine herhangi bir komut almadan devam ediyorlardı; özerklerdi ve başlangıçtaki dinamizmin ivmesiyle kendi başlarına iş görüyorlardı. Bunun kadar önemli bir olay daha var: Heterojenleşme, yani bir başka oluş, bir başkalaşma, bir başkalığı ağırlama süreci, ya da, Guattari’nin deyişiyle, ‘sürekli bir tekrar tekilleşme süreci.”
Aktaracak çok şey var ama son bir alıntıyla bitiriyorum. “İşin püf noktası, dünyayı alt üst eden dönüşümlerle uyum içinde olmaktır ya da Octavio Paz’ın deyişiyle, dansa ayak uydurmak ve o günün ritmine uymaktır” diyor İranlı düşünür.
Dansa ayak uyduramayan ve uydurmamakta ısrar edenlere özellikle önerilecek bir kitap Melez Bilinç.
Gezi ruhunu hâlâ anlamayanlara birkaç ipucu
Haberin Devamı