Önce uzunca bir alıntı yapmak istiyorum: “Gezi olayları, kamplaşmayı ve kutuplaşmayı tırmandırıcı bir etki yaptı. İktidar kavgası sertleşti. İşin içine Kürtlerin de katılması dengeleri değiştirebilir, Kemalistlerin omurgasını oluşturduğu sokak çatışmaları, ülkeyi bir siyasi krizin içine sokabilirdi. BDP dikkatli bir çizgi izledi. Soldan gelen baskılara rağmen çatışmanın tarafı haline gelmedi. Direnişin ‘Kemalist omurga’sına ihtiyatla yaklaştı, esas olarak ondan uzak durdu.”
Gezi direnişinin omurgasını kestirmeden “Kemalist” olarak tanımlayan, kamplaşma ve kutuplaşmanın tırmanmasından esas olarak, dile getirilen talepleri kriminalize eden hükümeti ve Başbakan Erdoğan’ı değil de Gezi direnişçilerini sorumlu tutan bu değerlendirmenin altındaki imza Oral Çalışlar’ın. Yazıyı merak edenler şuradan okuyabilir: (http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ oral_calislar /kurtlerin_kemalistlerle_ittifaki-1154355)
Onun bu tespitlerine katılmadığımı, Gezi direnişi sürecinde yazdıklarımdan haberdar olanlar bilir. Sadece şu kadarını söylemek yeterli olacaktır: Eğer Kemalistler, son 11 yılın en etkili toplumsal direnişlerinden birinin (belki de birincisinin) omurgasını çatabilecek kadar güçlü olsaydılar çoktan bambaşka bir Türkiye’de yaşıyor olurduk.
Çalışlar’ın, BDP’nin özellikle başlarda Gezi’ye temkinli yaklaştığı ve bunun da hem direnişin, hem de Türkiye’nin akışını değiştirmiş olduğu tespitine herhangi bir itirazım yok. Ancak BDP’lilerin baştaki ürkekliğinin gerek Abdullah Öcalan, gerekse farklı PKK sözcüleri tarafından sorgulandığını da biliyoruz. (Bu konudaki detaylar için: http:// rusencakir.com /Kurtler-Gezi-direnisinin-neresinde/2048)
Hükümeti kollama içgüdüsü
Her ne kadar hükümet eylül ayı için alarm vermiş olsa da Gezi direnişinin yazın kaldığı yerden ve aynı güçte yeniden başlayacağına dair pek bir işaret yok. Bununla birlikte gerek Çalışlar, gerekse medyadaki bazı başka isimler, “Kürt siyasi hareketinin Kemalistlerle muhtemel ilişkisi”ni sorgulama görüntüsüyle Gezi’nin yeniden yaşanması hâlinde Kürtlerin buna bu sefer başından itibaren aktif bir şekilde dâhil olmasının önünü almaya çalışıyorlar.
Aslına bakılacak olursa, Kürt hareketinin Gezi direnişiyle ilişkisini tartışmakta hiçbir sakınca yok, hatta bu zaruri. Ancak tartışmayı, daha ilk andan bazı (en hafif deyimiyle) yanlış okumaları (örneğin direnişin omurgasının Kemalist olarak tanımlanması) temel alarak yürütmeye kalkmanın pek bir işe yaramayacağı ortadadır.
Şunu hatırlatmakta fayda var: Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç gibi isimlerin “mesaj alındı” şeklindeki çıkışlarına rağmen Gezi’nin mesajını yok saymaya, onu uluslararası bir komplonun parçası göstermeye çalışarak hem kendi iktidarına, hem de Türkiye’ye çok şeyler kaybettirdi. Bugün, esas olarak hükümete ve Başbakan’a yardımcı olmayı (onu yedirmemeyi) hedefledikleri anlaşılan bazı kişilerin Gezi’yi bir komplo olarak gösterme inatları kimsenin hayrına olmayacaktır.
Yine de, tabii ki kendileri bilir.
Öcalan pakete ne diyecek?
Demokratikleşme paketinin Kürt siyasi hareketinde yarattığı hayal kırıklığını önce BDP, ardından PKK/KCK sözcüleri açık bir şekilde dile getirdiler. Ancak hükümete yönelik bütün itiraz, eleştiri ve suçlamalarına rağmen hiçbirinin çözüm süreci konusunda bağlayıcı sözler etmediğini biliyoruz. Bu da normal, çünkü daha önce yaşanan bir dizi krizde olduğu gibi bu sefer de son sözü Abdullah Öcalan söyleyecek. Hükümetin de bu olgudan hareketle daha rahat hareket ettiğini, Öcalan’ın “makul ve serinkanlı” yaklaşımına güvendiğini daha önceki deneyimlere bakarak anlayabiliyoruz.
Yine de Öcalan’ın, hareketin dışarıdaki temsilcilerinin beklentilerini tümüyle elinin tersiyle itip siyasi iktidarla tam bir uyum içinde davranmasını beklemek yanlış olacaktır. Zaten BDP ve PKK’dan peş peşe gelen açıklamaların İmralı üzerinde bir tür baskı oluşturmayı hedeflediğini de düşünebiliriz.