Gazetecilikte başlık atarken roman veya film adlarından esinlenmek çok yaygındır. Örneğin “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” ya da “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”tan türetilmiş nice başlık atıldı, daha da atılacak. Ben de bugünkü yazımı, benden iki yaş büyük bir filmden, 1960 yapımı “Piyanisti Vurun”dan apardım. Neden aklıma François Truffaut imzalı o muhteşem filmin geldiği sorulacak olursa, bunun Fransız filmi olması ve başrolünde Ermeni asıllı Charles Aznavour‘un oynamasıyla inanın hiçbir ilgisi yok. Bu başlıkta karar kılmamın nedeni, ABD’nin önde gelen siyasi dergilerinden Foreign Policy‘nin (FP) internet sitesinde dün çıkan yazıdır. Arap asıllı Amerikalı kadın gazeteci Alia Malek‘in yazısının başlığı çok açık ve sert: Türkiye’nin gazetecilerle savaşı. Kuşkusuz bu başlık çok kişiyi rahatsız edecektir ancak onlar ne kadar öfkelenirse öfkelensinler, Batı dünyası bizde yaşananları böyle algılıyor ve böyle sunuyor.
(Madem bu yazıda sık sık başlıklardan söz ediyoruz, Yeni Şafak’ın 20’den fazla gazetecinin gözaltına alındığı son operasyonu “Terörpress operasyonu” başlığıyla meşrulaştırmaya çalıştığını da hatırlatalım. 28 Şubat sürecinde iktidarın baskılarına rağmen gazetecilik yaparak basın tarihimizde çok parlak bir yer edinmiş olan Yeni Şafak’ın ne zamandır bu mirası çarçur etmesi, özellikle basın ve ifade özgürlüğü konusunda dik durma görevini sadece birkaç yazarının sırtına yüklemiş olması insanı sadece hüzünlendiriyor.)
Siyasi bir operasyon
FP’deki yazının ana ekseninde Nedim Şener ve Ahmet Şık olayı yer alıyor. Zaten fotoğraf olarak da Odatv Davası’nın ilk duruşmasında adliye önündeki gösterilerden bir kare seçilmiş: Göstericiler İngilizce “Türkiye, gazetecileri serbest bırak” yazılı bir afiş taşıyorlar. Kaderin cilvesi şu ki fotoğrafta, son operasyonlarda gözaltına alınan ve savcılık tarafınndan bırakılan AFP’nin foto muhabiri Mustafa Özer‘in imzası var. (Dileğimiz, aralarında Vatan muhabiri Çağdaş Ulus’un da bulunduğu diğer gazetecilerin de özgürlüğüne kavuşması.)
Hasan Cemal dün köşesinden “Gazeteciler gözaltına alınıyor, tık yok...” diye şikayet etmişti. Haksız sayılmaz çünkü kimileri yapılanları doğru bulduğundan, kimisi sıranın kendisine gelmesinden çekindiğinden sessiz kalıyor. Bununla birlikte basın özgürlüğünü savunma noktasında ülkemizin o kadar da vahim bir durumda olduğu söylenemez. Örneğin bu Pazartesi günü, Odatv duruşması vesilesiyle Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde buna bir kez daha tanık olacağız.
Öte yandan gazetecilerin ve basın özgürlüğünün başına gelenlerin yurtdışında çok yakından takip edildiğini de, FP’deki son yazı örneğinde olduğu gibi biliyoruz. AKP’liler son 10 yılda hükümet olmaktan devlet olmaya evrilmişlerse bunda Batı dünyasının desteğinin payı hiç de yabana atılamaz. Dolayısıyla “Batı içişlerimize karışmasın” sözü onların ağzına hiç yakışmıyor. Son dönemde yükselen eleştirilere karşı geliştirdikleri “Bu bağımsız yargının işi, biz karışmayız” savunmasınınsa muhataplarını hiç de tatmin etmediğini iyi biliyor olmalılar.
Eğer hükümet Türkiye’de gazetecilere savaş açıldığı algısından rahatsızsa duruma derhal müdahale etmeli, bu siyasi operasyona bir an önce son vermelidir.
Yazımızı, başlığımızın tam zıddı bir çağrıyla bitirelim: Lütfen artık gazetecileri vurmayın!
Gazeteciyi vurun!
Haberin Devamı