Erken seçim çağrılarının anlamı var mı?

Haberin Devamı

Evet başlıktaki soruyu açarak soralım: Muhalefet liderlerinin peş peşe ve ısrarla dile getirdikleri erken seçim çağrılarının bir anlamı var mı? AKP Lideri Erdoğan kesin bir dille genel seçimlerin zamanında yapılacağını tekrarladığı düşünülürse, kuşkusuz bu çağrılar anlamsız gelecektir. Çünkü muhalefet partileri biraraya gelseler bile ülkeyi erken seçime sürükleyecek bir çoğunluğa ulaşmaları mümkün değil. Diğer bir deyişle, iktidar partisi onay vermediği müddetçe erken seçimin hayal olduğu bir gerçek. Fakat şu da var: AKP’nin bugün erken seçim istememesi hiç istemeyeceği anlamına gelmez. Belki bundan daha önemli bir başka noktaysa, AKP, belli bir aşamadan sonra, hiç istemese bile erken seçim kararı almak zorunda kalabilir.

Bu aşamaya gelip gelmediğimizi tartışmadan önce hızla daha önceki deneylere bakalım: Türkiye 12 Eylül 1980 darbesinden sonra ilk genel seçimleri 6 Kasım 1983 tarihinde gerçekleştirdi ve ondan sonraki hiçbir milletvekili seçimi tarihinde yapılmadı. Bazen tek parti (ANAP 1987 ve 1991; AKP 2007), bazen koalisyon (DYP-CHP 1995; DSP-ANAP-MHP 2002), bazen azınlık (DSP 1999) hükümetleri, kimi zaman rakiplerini bastırmak, kimi zaman da çaresizlikten erken seçim kararı aldılar.

Çaresizlik konusunu biraz daha açmak lazım: Bugün “AKP kaybedeceğini görürse seçimleri olabildiğince geciktirir” diyenler çok. İlk bakışta mantık doğru gözüküyor ancak unutmayalım, 1991 erken seçimleri buna karar veren ANAP için sonun başlangıcı olmuştu; 2002 seçimlerindeyse koalisyon ortaklarından tümü barajın altında kalmıştı.

Sorunlar erteleniyor

Peki şu an içinden geçtiğimiz krizin AKP’yi erken seçim kararı alma noktasına getirdiği aşamaya denk geldiği söylenebilir mi? Tam emin değilim, henüz o aşamaya geldiğimizi sanmıyorum. Fakat ülke olarak doludizgin bu noktaya doğru koştuğumuz da ortada. Diğer bir deyişle, eğer bu kriz öngürülere uygun bir şekilde derinleşirse ülkenin seçime gitmekten başka çaresi kalmayacaktır.

Aslında sadece şu an yaşadığımız yargı krizinin bir erken seçim gerekçesi/vesilesi olduğu söylenemez. AKP 2007 seçimlerinde elde etmiş olduğu alabildiğine geniş krediyi, genellikle vahim hesap hataları yüzünden erken tüketmişe benziyor. AB heyecanı çoktan yok olup gitmiş durumda. Toplum içindeki kamplaşmalar giderek daha da artıyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün de dile getirdiği gibi yeni bir anayasa yapma fırsatını kaybetmiş, güçlü ve etkili yasalar çıkaramayan; çıkardıkları da Anayasa Mahkemesi’nden dönen bir meclisimiz var.

Bütün bunlar göz önüne alındığında “demokratik açılım” adı altında Kürt sorununa kalıcı çözüm sürecinin başlatılması tartışmasız çok isabetli bir stratejiydi. Fakat daha yolun başında, Habur krizini iyi yönetemeyen hükümet açılımın pek bir faydasını görmediği gibi, başta MHP ve BDP olmak üzere milliyetçi partilerin ellerini güçlendirmiş oldu. Sonuçta Kürt açılımı da, tıpkı yeni anayasa gibi, bir başka bahara, yani genel seçimlerin sonrasına ertelenmiş oldu.

Seçim neyi çözer?

Toparlayacak olursak, son anayasa değişikliğiyle süre 5’den 4 yıla inmiş olduğu için zaten normalden bir yıl önce, yani Temmuz 2011’de yapılması söz konusu olan genel seçimlerin, ondan da önce yapılma ihtimalinin güçlü olduğunu, devlet içindeki kriz tırmandıkça bu ihtimalin daha da öne çıkacağını, hatta 2010 bitmeden sandığın gündeme gelebileceğini düşünüyorum. Ne var ki ülke ve toplum olarak bir süredir yaşadıklarımıza bakınca, varolan krizlerin bir seçimle çözümünün de pek kolay olmayacağını ileri sürebiliriz. Çünkü Türkiye’de sadece “yasama-yargı-yürütme” arasındaki ilişkiler çatırdamıyor, zaten epey sorunlu olan farklılıklar içinde birarada yaşama duygusu büyük ölçüde yara alıyor.

Yine de 1983’ten bu yana yapılan genel seçimlerin neredeyse tümünün sürprizler içerdiğini, bunların ardından bir-iki yıl ülkenin nispeten sakin ve istikrarlı bir dönem yaşamış olduğunu göz önüne alıp ümitlenmenin bir zararı olmaz.

DİĞER YENİ YAZILAR