Başbakan Erdoğan en son 17 Şubat 2008 günü atv’de üç gazeteci ve bir akademisyenin sorularını canlı yayında cevaplandırdı. O günden bu yana, değişik vesilelerle medyanın karşısına çıkmasına rağmen bunların hemen tümü “ayaküstü” olarak nitelendirebileceğimiz kıvamda oldu. Ama kendisini uzun uzun gazetecilere meram anlatırken görmeyeli nerdeyse iki ay oldu. Öyle ki bu süreçte birkaç yurtdışı ve bol miktarda yurtiçi gezi yapan Erdoğan, çok da sevmesine rağmen uçağına hiç gazeteci almadı.
Onun son iki aydaki “medya orucu” nun AKP yanlısı medya ve gazetecileri çok zor durumda bırakmış olduğunu görüyoruz. Örneğin Pazar günü Gençlik Kolları Kongresi’ndeki konuşmasından “CHP paralardan Atatürk resmini çıkartmıştı” cümlesinden başka çarpıcı bir ifade bulamadılar. İlk bakıştan çarpıcı görünen bu çıkış, gazeteciliğin altın kurallarından birine uymuyor: Yeni değil. “Atatürkçüyüm” demeden karşısındakinin, iddia ettiğinin aksine Atatürkçü olmadığını kanıtlamayı amaçlayan bu argümanı bir zamanlar Refah Partililer sıklıkla kullanırdı. Ardından AKP’liler de CHP ile kapışmalarında buna başvurdular. Kaldı ki “CHP paralardan Atatürk resmini çıkartmıştı” demekle Baykal’ın “biz Atatürk’ün partisiyiz” demesi arasında “zamandışılık” konusunda hiç mi hiç fark yok.
Ne diyeceklerini bilmiyorlar
Başbakan Erdoğan’ın medyadan uzak durmasının bilinçli bir strateji olduğunu ve bunun iki olgu üzerinde yükseldiğini düşünüyorum:
1) Erdoğan ve AKP, kapatma davası konusunda henüz net birer stratejiye sahip değiller. Hazırlık aşamasında oldukları için medyaya tam olarak ne diyeceklerini bilmiyorlar ve geri dönülmez yanlışlar yapmaktan ürküyorlar. Örneğin ilk günlerdeki fevri ve öfkeli çıkışların yanlış olduğunun farkındalar ve ortamı yumuşatmaya çalışıyorlar.
2) Başbakan ve kurmayları, bütün ilişki ve enerjilerini kapsamlı stratejiyi hazırladıktan sonraki sürece saklıyorlar.
AKP’nin çok fazla vakti yok. Bu yüzden kısa süre içinde davayla ilgili stratejinin belirleneceğini düşünüyorum. Bunun ayakları şunlar olacaktır:
1) Bazılarının sandığının aksine, AKP’nin Anayasa’yı değiştirme iddiasından son ana kadar vazgeçmeyeceğine inanıyorum. Dolayısıyla ilk olarak siyasi parti kapatmanın nasıl zorlaştırılacağı belirlenecek.
2) AKP “Sadece kendilerini kurtarmak istiyorlar” dedirtmemek istiyor. Bunun için önümüzdeki günlerde “demokratikleşme paketi” imajı yaratmak için parti kapatmayla ilgili maddelerin yanına başka reformlar da eklenecek.
3) Bu düzenlemelere bağlı olarak kimlerle ne tür ittifak ya da mutabakatlar aranacağı saptanacak;
4) Bütün bunlar kotarılırken, değişikliklerin referanduma sunulma ihtimali için nabız tutulacak.
Medyada “biz ve onlar”
Bütün bunların gerçekleşebilmesi için AKP’nin medyaya her zamankinden çok ihtiyacı olacaktır. Erdoğan şu ana kadar medyayla ilişkisini “havuç ve sopa” ile yürüttü. Medyayı “kendisinden yana olanlar” ve “kendisine karşı olanlar” olarak ikiye ayırdı ve sadece birinci bölümdekileri yanına yaklaştırdı; uçağına aldı vs. Karşısında gördüğü gazeteciler ve medya kuruluşlarını da çok sert ifadelerle eleştirdi, gözdağı verdi.
AKP liderinin bu sefer de bildiği gibi hareket etme ihtimali hayli yüksek görünüyor. Ancak içinden geçtiğimiz krizin vahametinin farkına varırsa -ki vardığını düşünüyorum, daha yeni, farklı ve kapsayıcı bir medya stratejisi geliştirebilir.
Erdoğan’ın medyayla ilişkisi sert mi olacak yumuşak mı bilmiyorum ama her durumda iktidar partisinin önümüzdeki günlerde medyaya aşırı derecede yükleneceği muhakkak. Çünkü Başsavcı iddialarını büyük ölçüde medyaya dayandırmıştı, AKP de kendisini ilk olarak medyada aklamaya
çalışacaktır.
Erdoğan’ın medya orucu daha ne kadar sürecek?
Haberin Devamı