Uzun bir süre Recep Tayyip Erdoğan ile Deniz Baykal arasında bir tür “danışıklı dövüş” olduğuna inandım. Özellikle son seçim kampanyası sırasında, iki liderin siyasi mesajlar ve vaatler vermek yerine birbirlerine incir çekirdeğini doldurmayacak konular sebebiyle laf yetiştirmelerine tanık olduğum için böyle düşünüyordum. Bu noktada hiç de yalnız olmadığımı, çok kişinin de benim gibi, iki liderin sürekli birbirleriyle uğraşmalarını fazla samimi bulmadığını biliyordum. Yani Erdoğan ile Baykal’ı, birbirinden nefret eden değil de birbirine mecbur bir ikili olarak görenlerin sayısı epey yüksekti.
Bir süredir aynı şekilde düşünmüyorum. Erdoğan ile Baykal’ın, önceki gün partilerinin grup toplantılarında sergiledikleri olağandışı performansları izledikten sonra kendi kendime şöyle dedim: “Ya ben yanılıyormuşum ya da bir aşamadan sonra birbirlerinden sahiden nefret eder hale geldiler ve dolayısıyla oyun bitti.”
Evet oyun bittiğine göre kavga sahiden başladı demektir. Ve kavganın başlamış olması tarafların birbirlerini sahiden yıprattıkları ve yaraladıkları anlamına gelir.
Başta çok memnundular
Meramımı anlatabilmek için, öncelikle neden iki lider arasında “danışıklı dövüş” olduğunu düşündüğümü açıklamaya çalışayım. Hepimizin gözleri önünde cereyan ettiği gibi, Erdoğan vurdukça Baykal’ın, Baykal vurdukça da Erdoğan’ın tabanları nezdindeki güç ve önemleri arttı. Bu çok da anlaşılır bir şeydi çünkü CHP tabanının Erdoğan’a karşı hiç de pozitif duygulara sahip olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla Erdoğan’ın saldırıları Baykal’a yönelik ilgiyi artırdı. Öyle ki CHP liderini “hizipçi” ya da “yetersiz” bulan, ona rağmen, yani başka seçenekleri olmadığı için CHP’ye oy verdiklerini söyleyen çok sayıda seçmen sonuçta, belki sırf Erdoğan yüzünden Baykal’ı sever oldu veya en azından eski alerjisinden arındı. CHP’nin aksine AKP tabanındaysa başından itibaren liderlerine yönelik yoğun bir sevgi ve bağlılık söz konusuydu. Baykal’ın saldırıları bu bağı alabildiğine güçlendirdi.
Sonuç olarak iktidar ile ana muhalefet arasındaki gerilimin iki liderin şahsiyetleri etrafında gelişmesinin Erdoğan ve Baykal’ın işlerine yaramış olduğu çok açık. Aralarındaki bitmek bilmez çekişme ve atışma, her iki liderin partileri içindeki konumlarını iyice güçlendirdi ve tabanın onların etrafında daha fazla kenetlenmesine yol açtı. Örneğin Erdoğan’ın AKP’nin “birinci adam”lığından “tek adam”lığına terfi etmesinde Baykal’ın katkısı çok fazladır. Benzer bir şekilde eğer Baykal bu hafta sonu, hayatının belki de en rahat kurultaylarından birini yapacaksa Erdoğan’a çok şeyler borçludur.
Artan kutuplaşma
Ama her işin bir “ama”sı var. 22 Temmuz seçimlerini ardından Türkiye, cumhurbaşkanlığı seçimleri, türban düzenlemesi ve nihayet AKP’ye kapatma davası gibi kritik konularla birlikte sahiden ve acil olarak “diyalog”, “uzlaşma” ve “toplumsal mutabakat”a ihtiyaç duymaya başladı. Ama AKP ile CHP tabanları arasındaki mesafe iyice açılmış, buna bağlı olarak toplumdaki kamplaşma ve kutuplaşma iyice tırmanmıştı. Ve bunda aralarındaki “danışıklı dövüş” ün kısa vadede kendilerine kazandırdıklarıyla gözleri kamaşmış olan iki liderin sorumluluğu çok fazlaydı.
Şu an için yaşanan kutuplaşmadan en fazla AKP ve Erdoğan’ın zarar göreceği. Çünkü AKP’nin, parti kapatmayı zorlaştıracak Anayasa değişikliği için CHP desteğine cidden ihtiyacı var ve bu pek mümkün görünmüyor. Öte yandan Erdoğan, Baykal’ı baypas ederek CHP tabanına seslenebilme imkanına da sahip değil. Belki bir zamanlar böyle bir şansı vardı, ama o CHP’ye oy veren kesimlerin kaygı ve beklentilerini göz önüne almak yerine Baykal ile uğraşma kolaycılığına kaçtı.
Anladığım kadarıyla Baykal, AKP’nin kapanmasını ve Erdoğan’ın siyasi yasaklı olmasını dört gözle bekliyor. Erdoğan’ın yerini kim alırsa alsın kendisi için “kolay lokma” olacağını düşünüyor olabilir. Ancak Baykal’ın onca siyasi tecrübesine rağmen Erdoğansız bir siyasi ortama uyum sağlamakta bocalayacağını öngörebiliriz.
Özetle, Erdoğan ile Baykal arasındaki “saadet zinciri” kopmuşa benziyor.
Erdoğan ile Baykal arasındaki “saadet zinciri” koptu
Haberin Devamı