REFERANDUM kampanyasının en merakla beklenen olaylarından biri bugün Diyarbakır’da yaşanıyor. Tabii ki Başbakan Erdoğan’ın mitinginden söz ediyorum. Ancak başta Erdoğan olmak üzere hükümet ve iktidar partisinin yetkilileri mitingin uyandırdığı ilgi ve meraktan rahatsızlar, bu yüzden verdikleri demeçlerle heyecanı aşağıya çekmeye çalışıyorlar.
Neden böyle yaptıklarına geçmeden önce, 2004 yerel, 2007 genel ve 2009 yerel seçimleri öncesindeki Diyarbakır mitingleri öncesinde tam tersi bir durumun söz konusu olduğunu hatırlatalım. Zira Erdoğan her seçim öncesinde genel olarak Güneydoğu’ya, özel olarak Diyarbakır’a ayrı ve yoğun bir önem atfetmiştir. Hatırlanacaktır, 2007’de yüzde 47 oy aldıktan birkaç gün sonra ilk hedefini Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı olarak ilan etmişti.)
Bunun iki nedeni var:
1) Erdoğan, Kürt sorununun çözümünde bölge halkına “hizmet” götürmenin kilit bir rol oynadığına inanır. Bu bağlamda bölge milletvekilleri ve en çok da belediye başkanlarının kendi partisinden olmasını arzular;
2) Erdoğan, Kürtler’in gerçek temsilcisinin, dün DTP, bugün BDP gibi partiler değil, AKP olduğunda ısrarlıdır. Bu iddiasını kanıtlamanın tek yolunun da seçimler olduğunu çok iyi bilir.
Hal böyle olunca Diyarbakır mitingleri hep dikkat çekmiş, sembolik bir anlama sahip olmuştur. Ama bunun ötesine gidebildiği pek olmamıştır. Erdoğan’ın Diyarbakır’daki son üç mitingini izlemiş biri olarak, hiçbirinde katılımın “olağanüstü” olduğunu görmedim. Örneğin yine Diyarbakır’da, Hizbullah’a yakın kuruluşların düzenlemiş olduğu gösterilerin ihtişamına yakınlaşamadılar.
Aynı şekilde Diyarbakır mitinglerinde Erdoğan çok ama çok dikkatli konuşmalar yaptı ve Kürt siyasi hareketiyle herhangi bir pazarlık içinde olduğunu çağrıştıracak mesajlar vermemeye özen gösterdi. Hatta 2004’deki konuşmasında “Kürt” kelimesini bile telaffuz etmediğini hatırlıyorum.
Erdoğan’ın işi zor
Bugünkü mitinge dönecek olursak, Erdoğan’ın işinin hiç de kolay olmadığı açıktır. Öyle ki bir yandan bölge insanının gönlünü kazanırken diğer yandan bölge dışındaki seçmeni ürkütmemek, başta MHP olmak üzere muhalefete koz vermemek gibi zor bir işin üstesinden gelmek zorunda. Bu bağlamda, BDP’nin “boykot” kararından vazgeçmek için öne sürdüğü şartlardan herhangi birine yeşil ışık yakması asla söz konusu olamaz. Zaten Kılıçdaroğlu’nun “genel af” çıkışına gösterdiği aşırı Türk milliyetçisi tepki de onun referanduma kadar “Kürt açılımı”nı iyice askıya almış olduğunu gösteriyor.
Sonuçta Erdoğan’ın bugün Diyarbakır’da en fazla “duygu yüklü”, içinde bol bol 12 Eylül ve Diyarbakır Cezaevi geçen bir konuşma yapmasını bekleyebiliriz, ama örneğin MHP’lilerin iştahını kabartacak sözler herhalde etmeyecektir.
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”
Başlıktaki söz Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye vasiyetinden alınma. Ama benim onu başlığa taşımamın nedeni, Başbakan Erdoğan’ın siyasi danışmanı Doç. Yalçın Akdoğan’ın son kitabının adı olması. İlginçtir, Akdoğan bu başlığı, altbaşlığı “Demokratik açılım sürecinde yaşananlar” olan bir kitaba uygun görmüş.
Akdoğan’ı yaklaşık 25 yıldır tanırım. Karadenizli olmasına rağmen, İslami hareket içinde Kürt sorunuyla yakından ilgilenen az sayıdaki entelektüelden biriydi. Siyasetbilimcisi olmaya karar verdiğinde bu ilgisini daha bilimsel bir temelde yürüttü. Başbakan’ın siyasi danışmanı olunca da sorunu birinci elden gözleme ve düşünme imkanına sahip oldu.
Akdoğan’ın, hükümetin başlattığı “Kürt açılımı”nda ciddi bir rolü olduğunu biliyorum. Onun Yeni Şafak, Star ve Zaman gazetelerinde çıkan makalelerinin çoğu bu konuya hasredilmişti ve bizler bunları okuyarak hükümetin soruna bakışının ipuçlarını bulabiliyorduk. Akdoğan’ın, bir nevi açılımın teorik altyapısını oluşturma olarak tanımlayabileceğimiz yazıları, kimi zaman Türk milliyetçilerini, kimi zaman da Kürt milliyetçilerini hayli öfkelendirdi. Son Öcalan’la görüşme polemiğinde olduğu gibi, kendisine hayli haksızlık yapıldı. Neyse, daha fazla uzatmadan, hamama giren terler diyelim.
Akdoğan’ın açılım sürecinde kaleme aldığı bu yazılar Meydan Yayınları tarafından “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” başlığıyla yayınlandı. Eğer açılım sürecekse (ki bir süredir alenen askıya alınmış durumda) bu kitaptan daha çok alıntı yapacağa benzeriz.