Erdoğan, Ahmet Türk’ün değerini çok geç kavradı

Haberin Devamı

Ahmet Türk’e yapılan alçakça saldırı hiç kuşkusuz, ülkemizde zaten uzun süredir yaşanan kutuplaşmayı daha uç noktalara taşıma potansiyeli taşıyordu. Birilerinin (ki kim olduklarını saldırıyı sevinçle karşılamalarından veya onu meşrulaştırmaya ya da onu önemsiz göstermeye çalışmalarından anlıyoruz) şiddetli bir şekilde bunu arzulamasına rağmen, hayırlara vesile oluyor. Bunda Türk’ün başına gelenleri, olağanüstü soğukkanlı ve sağduyulu bir şekilde karşılaması belirleyici rol oynamıştır. Kendisini biraz tanıyanlar da onun bu tutumuna hiç mi hiç şaşırmamışlardır. Çünkü Türk, siyasi hayatımızda sayılarının giderek azaldığına tanık olduğumuz “akil insanlar”dan biri, hatta önde gelenlerindendir.

Ama insan düşünmeden ve hayıflanmadan edemiyor: Türk’ü, biri ABD’den olmak üzere iki kere arayan ve tutumundan dolaylı kendisine minnettar olduğunu gizlemeyen Başbakan Erdoğan keşke onun değerini 2007 seçimlerinde arkadaşlarıyla birlikte TBMM’de grup kurdukları andan itibaren bilebilseydi. TBMM’nin açılışında MHP Lideri Bahçeli ile DTP Lideri Türk’ün, sembolik anlamı çok yüksek tokalaşmalarına, Abdullah Gül’ün, cumhurbaşkanı seçildiği andan itibaren Köşk’ün kapılarını ve yurt dışı gezilerinde uçağını DTP’liler ve doğal olarak Türk’e açmış olmasına rağmen Erdoğan, Türk’ün yüzüne bile bakmadı, kendisinin ve partisinin adını bile anmadı. AKP Lideri’nin DTP’den, polis ağzıyla “malum parti” diye söz etmesinin gerekçesi çok basitti: PKK’yı terör örgütü olarak görmüyor ve kınamıyorlar!

O zaman şu soruları sormak şarttır: Ahmet Türk, hükümet açılıma start verdiğinde PKK’yı terör örgütü olarak görüyor muydu? Bugün böyle bir şey yapıyor mu? Tabii ki iki sorunun cevabı da “hayır”dır. Bu son olay da bize çok net bir şekilde göstermiştir ki, Türk ve Kürt siyasi hareketinde yer alan ona benzer az sayıdaki isim, PKK’yı kınamasalar bile bu ülkeye lazımdırlar. Hatta daha ileri giderek şöyle de söyleyebiliriz: Türk gibi siyasetçiler, sistemin kendilerine biçtiği rolü oynamayı kabul ettikleri andan itibaren önemsiz ve değersiz kalırlar.

Türk’ün zor görevi

Ahmet Türk’ün (ve profil olarak ona benzeyen diğer siyasetçilerin) Kürt siyasi hareketindeki serüveni normalin üzerinde bir zorluk ve çileyle geçmiştir. Çünkü başta Öcalan ve PKK yöneticileri olmak üzere, bu hareketin esas aktörleri Türk tarzı siyasetçileri asla tam olarak benimseyememiş ama sistemle aralarında bir köprü olabileceklerini düşünerek yanlarına alıp sık sık önlerini açmışlardır. Ancak Türk ve arkadaşları, siyasal sistemin merkezinde yer alan odakların yanaşmaması ve PKK ile Öcalan’ın çok kez kendilerini zor durumda bırakması nedeniyle köprü rolünü bir türlü hayata geçiremediler. Sonuçta iki ucun arasında sıkışıp kaldılar ve birçok kez kendilerini geri plana çektiler veya çekilmek zorunda kaldılar.

Açılımla birlikte Türk ve arkadaşlarının mâkus kaderlerini değiştirme fırsatının ciddi anlamda ilk kez doğmuş olduğunu söyleyebiliriz. Fakat açılıma kadarki süreçte AKP ve Erdoğan’dan görmüş oldukları dışlayıcı tavır nedeniyle DTP’liler hükümete tam anlamıyla güvenemiyorlardı. Habur’da yaşananlardan sonra Başbakan’ın geri adım atması ve kısmen de olsa DTP’ye yönelik tehditvari üslubuna dönmesiyle birlikte mesafe iyice açıldı. İktidar partisinin DTP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasını engellemek için hiç ama hiçbir şey yapmaması, hatta Bask örneğini ortaya atarak kapatılmaya meşru zemin hazırlamaları DTP’liler için bardağı taşıran son damla oldu.

Toparlayacak olursak: Dün DTP’liler, bugün BDP’liler “Muhatabınız biz değil İmralı ve Kandil’dir” dedikleri için kuşkusuz haklı bir şekilde eleştiriliyorlar. Ama Erdoğan ve arkadaşlarının, 2007 ile 2009 yazına kadarki zaman dilimini, neredeyse MHP’yi bile sollayacak popülist bir milliyetçi söylemle heba etmiş olduklarını da akıldan çıkarmamak lazım.

DİĞER YENİ YAZILAR