Erdoğan “açılıma devam” dedi

Haberin Devamı

Kürt açılımı”nın Güneydoğu’da nasıl değerlendirildiğini anlamak için üç gündür Diyarbakır, Mardin, Şırnak ve Batman’da dolaşıyor ve sıradan insanlarla, yerel siyasetçilerle ve kanaat önderleriyle görüşüyorum. İzlenimlerimin detaylarını önümüzdeki günlerde sizlerle paylaşacağımı hatırlattıktan sonra bölgedeki genel havayı kısaca özetlemek istiyorum: Öncelikle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e karşı yoğun bir ilgi ve saygının olduğunu vurgulamak şart. Onun “güzel şeyler olacak” vaadi başından itibaren ciddiye alınmış. Ardından hükümetin açılıma resmen start vermesi bölgede büyük bir heyecan yaratmış ve ümitleri yeşertmiş. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın basın toplantısı beğenilmiş ama en çok Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 11 Ağustos’ta partisinin TBMM Grubu’nda yaptığı konuşma, “bu sefer bu iş oluyor” duygusunu pekiştirmiş.

Dünkü yazımda da belirttiğim gibi MHP, CHP ve Genelkurmay’ın açıklamaları tabii ki memnuniyet yaratmamış ama “olağan” karşılanmış. Fakat Gül ve bazı AKP yetkililerinin Org. İlker Başbuğ’un sözlerini onaylaması bariz bir kırgınlığa neden olmuş ve zaten başından beri varolan ancak örtük olan kimi kaygı ve şüphelerin güçlenmesine yol açmış. Bu nedenle Güneydoğu’da en çok şu soru soruluyor: Hükümet bu açılımı tamamlama cesaret ve kararlılığını gösterecek mi?

Önemli mesajlar

Bu uzun girişten sonra Erdoğan’ın, neredeyse tamamını Kürt açılımına ayırdığı dünkü “Ulusa Sesleniş” konuşmasına gelmek istiyorum. Şurası bir gerçek: Kürt sorunuyla ilgili herhangi bir haberi, yorumu veya açıklamayı mesela İstanbul’dan değil de Diyarbakır’dan izlemek kesinlikle farklı oluyor. Dolayısıyla Erdoğan’ı izlerken ben de hep yukarıdaki sorunun cevabını aradım.

Vardığım ve beni hiç şaşırtmayan sonuç şudur: Başbakan, dolayısıyla AKP hükümeti geri adım atmayacak, en azından atmamak için elinden geleni yapacak. Evet, Erdoğan’ın konuşmasında, açılıma yönelik itiraz ve eleştirileri çok önemsediğini, dile getirilen birçok hassasiyeti kaale alacaklarını gösteren çok sayıda işaret mevcut ancak en az bunun kadar, yaptıkları işten, gittikleri yoldan emin olduklarını gösteren ifadeler de var, hatta daha baskın.

Onun verdiği, “Nerede insani sıkıntı varsa devlet orada olsun, o sıkıntıyı gidersin diyoruz. Nerede adaletsizliğe uğramış bir insanımız varsa hukukun şaşmaz terazisi orada kurulsun diyoruz. Bu ülkenin nimetleri de, külfetleri de hakça paylaşılsın diyoruz. Hakkaniyetin ölçüsü nerede şaşıyorsa hep birlikte bunu düzeltelim diyoruz. Her vatandaşımızın devletinden insanca bir hayatın asgari şartlarını oluşturmasını beklemek gibi bir hakkı vardır diyoruz” gibi mesajlarla Güneydoğu’da görüştüğüm vatandaşların birçok talebinin örtüştüğü muhakkak.

Benzer bir şekilde, Erdoğan’ın terörle mücadelenin Türkiye’ye bedelini tasvir ederken kurduğu cümlelerin (örneğin “Asıl sorgulamamız gerekenler, vatandaşına en temel hakları fazla gören, bu ülkeye tarih boyunca bağlı kalmış gönülleri kıran, küstüren zihniyetlerdir” cümlesi) yine Güneydoğu’da hararetle destekleneceğini kabul edebiliriz.

Onun “Anaların gözbebeği, milletimizin umudu, ülkemizin geleceği olan gencecik, pırıl pırıl canlarımızı kaybettik” cümlesinin sadece şehit askerlerin değil hayatlarını kaybeden PKK militanlarının ailelerine de hitap ettiğini pekâlâ ileri sürebiliriz.

Aynı şekilde, Erdoğan’ın “Bizim gözden çıkarılacak bir tek evladımız yoktur, biz bütün çocuklarımızın bu topraklarda tarih boyunca olduğu gibi kardeşçe yaşamalarını istiyoruz” derken PKK saflarına katılmış ya da katılabilecek gençlerin geleceğiyle de dertlendiği anlaşılıyor.

Keşke

Erdoğan’ın Kürt sorununun sadece askeri tedbirlerle çözülemeyeceğini vurgulamış olması ve bunu “toplumsal, kültürel” bir mesele olarak tanımlaması ve daha ileri gidip “hepsinin ötesinde bunun siyasi, diplomatik boyutu vardır, bu bir insanlık meselesidir, bir demokrasi meselesidir” diye konuşmuş olması, içinde geçmekte olduğumuz sürece ne derece önem atfetmekte olduğunu gözler önüne seriyor.

Erdoğan’ın “milletimizin acılarına son verecek ve kardeşleri birbirine düşüren bu fitneyi bitirecek aklıselim” i tesis etmek için yaptığı “hep birlikte ama hep birlikte kim olursa olsun gelin taşın altına elimizi sokalım” çağrısının altını çizmek şart. Bu bağlamda “Bizim kimseye her şeyi biz yapalım, kuralı biz koyalım, çerçeveyi biz çizelim gibi bir dayatmamız yok. Çünkü biz Türkiye’nin tamamı değiliz” sözlerinin tarihi bir önem taşıdığını vurgulayabiliriz.

Keşke 7 yıllık iktidarları boyunca bu yaklaşımı kendilerine temel almış olsaydılar da Türkiye onca gereksiz kutuplaşma ve çatışmayı yaşamasaydı.

DİĞER YENİ YAZILAR