“Erbakan, sistemi kendisinin, Müslümanların daha iyi çalıştıracağını, ıslah edeceğini savundu, ama sert ve etkili bir muhalif söylemi vardı. Onu sistem karşıtı gösteren ve iktidara taşıyan bu söylemdir”
Başta ‘Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi’ adlı üç ciltlik antoloji olmak üzere İslamcılık üzerine birçok araştırma ve kitaba imza atan Prof. İsmail Kara ile söyleşimizi sürdürüyoruz.
Türkiye’de 1960 sonrasındaki İslamcılığın büyük ölçüde dışarıdaki birtakım isimleri öne çıkartmasının temel nedenleri neler?
Kara: Aslında 1960 sonrası tercümelerle gelen İslamcılıkla 2. Meşrutiyet dönemi İslamcılığını muhteva olarak karşılaştırdığınızda benzerliklerin farklılıklardan çok olduğunu görürsünüz. Ne var ki 60 sonrası İslamcılığı, cumhuriyet öncesi İslamcılığı “yenilmiş” ve “sesi gür çıkmayan, sisteme entegre olmuş” bir İslamcılık olarak görüyor. Yoksa Müslüman Kardeşler’in İslam yorumuyla meşrutiyet İslamcılığının İslam yorumu arasında zıtlıklardan çok paralellik var. O noktada başka unsurlar devreye giriyor.
Bütün bunları ümmetçilik kavramıyla açıklayamaz mıyız?
Kara: Ümmetçilik İslam dini ve kültürünün içerisinde olan bir şey. Bir Müslümanın diğer Müslümanlarla kardeş olması, onları gözetmesi anlamında her Müslüman ümmetçidir. Problem şurada: Ümmetçilik 60 sonrası İslam dünyasındaki İslamcı hareketlerde milliyetçi ve yerli unsurları baskılayarak siyasi ve fikri birliği sağlamak için kullanılan kuvvetli bir araç haline dönüşüyor. Bunun daha önceki dönemde de bazı unsurları var. Üstüne, Markist-sosyalist söylemlerden etkilenerek enternasyonalizme açılan bir kapı oluyor. Bu iki unsur da Türkiye’de 60 sonrası İslamcılık açısından fevkalade önemli. Dolayısıyla ümmetçiliğe doğru bir ses, bir his yükseliyor. Bunun kültürel zemini de hazır. Bu farkı ve problemi anlamak lazım. Yani burada şaşırtıcı bir şey yok. Önemli olan nokta ümmetçiliğin ortaya çıkardığı anlama problemlerine, yan meselelere, zayıflayan alanlara hiç eğilmemiş olunması.
‘İktidara sürüklendiler’
Bugün Mısır, Tunus, Libya’da İslamcılar iktidara geliyor, Suriye’de de eli kulağında gibi. Türkiye’de de AKP 10 yıldır iktidarda. Bunlara toplu olarak baktığımızda “İslamcılık kazanıyor” diyebiliyor muyuz?
Kara: İslamcılık hareketi içerisinde uyumu öne çıkartan bir fikir her zaman kuvvetli bir unsur olarak vardır. Dolayısıyla uyum çizgisi üzerinden değerlendireceksek buna başarı olarak bakılabilir. Fikre ve muhtevaya, ilkelere bakan için başarı ölçüsü sadece uyum ve iktidara gelmek olamaz. Çünkü bunlar aynı zamanda çürütücü ve zayıflatıcı unsurlar.
İktidarı istiyorlardı ve elde ettiler.
Kara: Evet Mısır’da ve Tunus’ta iktidara mı geldiler. Yoksa oraya sürüklendiler mi? Benim fikrim iktidara sürüklendikleri istikametindedir. Türkiye’ye intikal etmeden şunu da söyleyelim: İslam dünyasında bugün olup bitenleri Soğuk Savaş sonrasının şartlarına İslam dünyasının uyarlanması olarak görüyorum. Ve bugünden geriye bakarak diyorum ki bu uyarlanma aslında Türkiye’de 12 Eylül ile, Mısır’da 1981’de Mübarek’in gelişiyle, 1979 İran devrimiyle, 1978 Pakistan darbesiyle başladı. Birinci etap budur. 70’lerin sonu 80’lerin başı. Bir de Afganistan Cihadı var. Bunların hepsi aslında Soğuk Savaş sonrası düzenlemelere doğru giden çizgiler. İslam dünyasının büyük coğrafyalarında yaklaşık aynı tarihlerde olan fakat ilk bakışta farklı tarafları önde gibi gözüken gelişmeler bu zaviyeden bakılınca birbirine yaklaşıyor. Türkiye’yi Mısır, İran, Pakistan üzerinden yeteri kadar açıklayamayız. Benzer tarafları var ama yeteri kadar açıklanması mümkün değil.
Uyum çizgisi ve adil düzen
Ne gibi farklılıkları var?
Kara: 1970 sonları ve 80 başlarında İslam dünyasının büyük coğrafyalarında İslamcılık hareketleri daha fazla radikalleşirken Türkiye’deki İslamcılık hareketleri uyum hattına doğru intikal ediyor. Mısır, İran, Pakistan bölgelerinde 1990’lardan sonra ve hatta 2000’lerde başlayacak olan yönelişler bizde 12 Eylül darbesinden sonra başlıyor. Uyum hattı kuvvetleniyor. Ben Türkiye’deki Milli Görüş hareketini fikriyat açısından önemseyen bir insan değilim biliyorsunuz. Fakat siyaset açısından, muhalefet söylemi açısından İslamcılığa dolaylı katkısı, etkisi itibariyle önemli bir harekettir. Bakınız MSP çizgisinin Refah Hareketi’yle birlikte sert muhalefet damarından vazgeçmesi, uyum çizgisine doğru seyretmesi 1980li yılların sonlarına doğru başlıyor. Adil düzen böyle okunabilir.
Yani Erbakan sistem karşıtı değildi...
Kara: Erbakan hiçbir zaman sistem karşıtı olmadı, biyografisi ortada, sistemi kendisinin, Müslümanların daha iyi çalıştıracağını, ıslah edeceğini savundu, ama sert ve etkili bir muhalif söylemi vardı. Onu sistem karşıtı gösteren ve iktidara taşıyan bu söylemdir. Bu söylem aynı zamanda İslamcılık hareketini de etkiledi, besledi, dönüştürdü.
‘Erbakan’dan önce mürteci siyasi figür Demirel’di’
Milli Görüş hareketinin ana hedefinin dindarların merkeze taşınması olduğu görüşüne katılıyor musun?
Kara: Tabii ama bunu başlatan Milli Görüş değil, DP ile başlıyor. Unutmayın, Erbakan’dan önce mürteci siyasi figür Demirel’di. Tesbihli, takkeli karikatürleri var. Bütün cemaat ve tarikatlar onu destekliyor. O da onları. Takunyalılar sözü onun bürokratları için kullanıldı ilk defa. İşte Özal kardeşler, Recai Kutan, Nevzat Yalçıntaş... Aynı zamanda bu Türkiye’de din-devlet ilişkilerinin siyasi kültür açısından da analiz edilmesini gerektiren bir husustur. Türkiye’de din-devlet çatışması üzerine kurulu bir siyasi söylemin toplumsal karşılığı yoktur. Bunu da hesaba katmak lazım. Sadece Müslümanları sisteme taşımak ve hatta sert muhalefeti eritmek değil, burada Türkiye’deki din-devlet ilişkilerinin ana mantığı üzerinden bir siyasi söylem arama arayışı da var. Erbakan bu çizgiyi kuvvetlendiren bir isimdir şüphesiz.
Yeni Şafak’ta Akif Emre AKP’yi İslamcı değil de Müslümancı diye tanımlıyor. Böyle bir tabire nasıl yaklaşıyorsun?
Kara: Yine belki muhalefet ve uyum ayrımına intikal etmemiz lazım. AK Parti Türkiye’deki İslamcı çizgi içerisinde mütalaa edilecek. Biz beğenelim, beğenmeyelim tarihi olarak bu böyle. Fakat uyumu mutlaklaştırmış bir çizgi olarak. Müslümancı ifadesi belki psikolojik, bürokratik ve iktisadi manada doğru olur. Çünkü kültürel olarak, mesela din eğitiminin kalite kazanması, dini yayıncılığın, gazete ve televizyonların fikir ve muhteva itibariyle güçlenmesi manasında AK Parti’nin Türkiye’ye bir katkısını görmedik. Genel eğitim ve kültür alanından da bahsedebiliriz. Binalardan, bütçelerden, sayılardan bahsetmeyeceksek eğer AK Parti’nin tamamen ihmal ettiği alan milli eğitim ve kültürdür diyebiliriz. Milli eğitim ve kültür politikaları itibariyle Türkiye’nin iyi bir dönemden geçtiğini sanırım kimse iddia etmeyecektir. Ders kitapları felaket. İngilizcenin bu kadar tahakküm ettiği bir dönemde Türkçe, edebiyat, tarih eğitimi yerlerde sürünüyor. Üniversite diye bir şey kaldı mı çok şüpheli. Milli Eğitim ve Kültür bakanlıkları AK Parti döneminde yayıncılıktan vazgeçti. Kimsenin umurunda değil.
Yarın:
- AKP ile Gülen hareketi arasındaki farklar ve benzerlikler El Kaide Türkiye’de neden tutmadı
- İslamcılık öldü mü?