Eğer ölmemiş olsaydı Hüseyin Velioğlu da tahliye olurdu

Haberin Devamı

Hizbullah’ın üst düzey yöneticileri ve militanlarının büyük çoğunluğunun tahliyesi toplumda neden bu kadar yaygın ve derin bir şoka yol açmış olabilir? Bu sorunun cevabını öncelikle Hizbullah’ın kendisinde aramalıyız. Öncelikle cumhuriyet tarihinin en gizli, en acımasız ve en fazla dehşet saçan örgütünün söz konusu olduğunu akılda tutalım. Bu örgüt PKK yanlıları gibi “düşman” bellediği kesimlerin dışında rakip İslamcı örgütlere, çok fazla etkili olmasalar bile belli bir saygınlıkları olan dindar şahsiyetlere ve kendi üyelerine karşı da çok acımasız davrandı. Bu nedenle Türkiye’nin muhafazakâr kesimleri de dahil olmak üzere pek fazla seveni yoktur. Ne var ki kendisini kuşatan bu nefret halesine rağmen Hizbullah, Güneydoğu’da ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde çok güçlü bir sosyal tabana hep sahip olmuştur.

İşte bu kadar “sevilemeyen”, “istenmeyen” ve “unutulmak istenen” örgütün en üst düzey isimlerinin ellerini kollarını sallayarak dışarı çıkmaları ve sevinç gösterileriyle karşılanmaları kamuoyunu allak bullak etmiş durumda. Şöyle ki tahliye olan Hizbullahçılar bu uğurda hiçbir adım atmadılar, herhangi bir şekilde pişmanlık göstermediler, hatta geçmişte yaşananların aleni bir özeleştirisine de yönelmediler. Nitekim cezaevi kapısında yapılan ilk açıklamalar, Hizbullahçıların “girdikleri gibi çıktıkları”nı gösteriyor.

Özetle söylemek gerekirse kamuoyu hâlâ “Nasıl ouyor da oluyor?” sorusuna kilitlenmiş durumda. Aslında bu soru son derece meşru. Zira öyle anlaşılıyor ki eğer 17 Ocak 2000 günü İstanbul Beykoz’daki çatışmadan, tıpkı Edip Gümüş ve Cemal Tutar gibi sağ çıkmış olsaydı, bugün diğerleriyle birlikte, Hizbullah’ın kurucusu ve lideri Hüseyin Velioğlu da tahliye edilmiş olacaktı! Kısacası, ortada herhangi bir yanlış, kusur vs. varsa bunlarda Hizbullahçıların hiçbir sorumluluğu bulunmuyor. Güvenlik güçleri tarafından yakalanıp hapse konuldular ve 10 yıl sonra adli makamlar tarafından serbest bırakıldılar.

Yüzleşmeden kaçma

Toplumda şokun esas nedeninin Hizbullah gerçeğiyle yüzleşmekten ısrarla kaçılması ama bu gerçeğin ısrarla toplumun karşısına çıkmasıdır. Hatırlayalım: Kökü 1980 öncesine giden, 1980 sonlarından itibaren Güneydoğu’da hayli etkili olan ve birçok cinayete imza atan Hizbullah’tan kamuoyu nedense Beykoz Operasyonu ile haberdar oldu. Ardından domuz bağları, işkence kasetleri ve gömülü cesetlerle örgütü tanıdığını sandı ve hemen ardından onu unutmayı tercih etti.

Halbuki Hizbullah sadece bunlardan ibaret değildi. Örneğin bu kadar acımasız bir yapılanmanın nasıl binlerce sempatizanı bulunduğu, neden onca operasyonun ardından yok olmadığı, hatta kısa bir süre sonra daha güçlü bir şekilde yoluna devam ettiği sorgulanmadı. Kamuoyunun Hizbullah gerçeğiyle sahici bir şekilde yüzleşmemesinin ilk sorumlusu devlet, ikincisi de medyadır. Devlet, özellikle de onun derin uzantıları, Hizbullah’ı her zaman “esas tehlike” olan PKK’yı dengelemede bir unsur olarak gördükleri için örgütün sadece bir “dehşet mekanizması” değil aynı zamanda kendi başına varolan bir toplumsal olgu olduğunu gizlemeye çalıştılar. Medya da bu tür konularda genellikle olduğu gibi devletin kuyruğundan gitti ve hep tek yönlü bir Hizbullah portresi çizdi.

İşte son tahliyeler, 10 yıl önceki peş peşe gelen operasyonların ardından “kâbus bitti” diye derin bir nefes almış olan kamuoyunun yüreğini ağzına getirdi. Ne var ki Velioğlu dönemindeki Hizbullah’ın, örgüt içinde bunun için çabalayan unsurlar bulunsa da, bir daha geri döneceğini sanmıyorum. Kuşkusuz Hizbullah varlığını eskisine kıyasla daha güçlü ve aynı zamanda bambaşka bir şekilde sürdürecektir. İşte Hizbullah’ın bundan sonra nasıl bir rota izleyeceğinde genel kamuoyunun, medyanın ve bütün organlarıyla devletin, tabii bu arada PKK çizgisinin, ona karşı nasıl bir tutum takınacakları da etkili, hatta belirleyici olacaktır.

DİĞER YENİ YAZILAR