Dün Saddamcı bugün Esadçı yarın Hameneyci...

Haberin Devamı

Bundan 10 yıl önce ABD’nin Irak işgaline ve daha önemlisi Türkiye’nin buna ortaklık etmesine karşı ülkemizde çok ciddi bir toplumsal duyarlık ve muhalefet söz konusuydu. Kimisi İslamcı, kimisi solcu, kimisi apolitikti. Kuşkusuz her birinin farklı gerekçeleri vardı ama hepsi “savaşa hayır” gibi bir slogan altında birleşiyordu. Değişik jeostratejik hesaplarla işgale ve Türkiye’nin de bunda aktif olarak yer almasına taraftar olan kesimlerse, savaş karşıtlarının tümünü “Saddamcı” ilan edip işin içinden çıkmaya çalıştılar. Ama başarılı olamadılar. 1 Mart 2003 günü TBMM, savaş karşıtı toplumsal muhalefetin etkisiyle tezkereye evet demedi ve Türkiye’yi uçurumun kenarından kurtardı.

Sonrası malum. Saddam rejiminin yıkılmasını saymazsak, işgal öncesi verilen vaatlerin büyük çoğunluğu gerçekleşmedi. Her şeyden önce Irak’a barış gelmedi. İç savaş nedeniyle sayısız sivil öldü, yaralandı; ülke bölünmenin eşiğine geldi. Öte yandan, işgal güçleri çok ciddi insanlık suçlarına imza attı.

Ve tabii, Türkiye’de işgale karşı çıkanları “Saddam’ın insanlık suçlarına ortak olmak”la suçlayan kişiler, 10 yıl boyunca yaşanan insanlık suçları ve dramlarına karşı sessiz kaldılar, hiç üstlerine alınmadılar.

Bugün Esadçı

Bugün Suriye’deki iç savaş nedeniyle de benzer bir durumla karşı karşıyayız. 10 yıl öncesine nazaran daha zayıf bir savaş karşıtı cephe görüyoruz. Bunun iki temel nedeni var: 1) Hükümet bu sefer olaya çok daha fazla angaje, hiçbir tereddüt belirtisi göstermiyor; 2) Esad rejimine karşı ayaklanmanın başını İslamcılar çektiği, ama tek başlarına yıkacak güçleri de olmadığı için, İran’a yakın duranlar haricindeki Türkiye İslamcılarının ezici bir çoğunluğu dışarıdan askeri müdahaleleri destekliyor, hatta teşvik ediyor.

Irak ve Suriye krizleri arasında muhakkak çok ciddi farklılıklar var. Ama şu nokta aynı: Bugün de Suriye’ye dışarıdan askeri müdahaleye karşı çıkanlar “Esadçı” (pardon “Esedçi”) olarak yaftalanmak isteniyor. Buna, dünkü yazısında Akif Beki’nin yaptığı gibi “Nusayrici” suçlamasını da ekleyebilirsiniz ki bu sonuncunun mezhep temelli ciddi bir ayrımcılık içerdiğini ve o yüzden son derece sakıncalı, hatta tehlikeli olduğunu söylemek şart.

Suriye’ye ABD öncülüğünde bir askeri müdahale yapılması kesin gibi. Bunun hiçbir şeyi çözmeyeceğini; tam aksine, krizi derinleştireceğini daha önce (http://rusencakir. com/Suriyeye-mudahale-Kriz-cozulmez-derinlesir/2094 ) yazmıştık. Diyelim ki maksat hasıl oldu ve eninde sonunda Esad/Baas rejimi yıkıldı. Sonra sıranın İran’da olacağı açık. Açık olan bir diğer husus da şu: Benim gibi savaş karşıtları İran’a müdahaleye de karşı çıkacak ve savaş yanlıları tarafından bu sefer “Hameneyci” diye yaftalanacak.

Cemil Bayık’ın son açıklaması: Panik yapmadan ciddiye almak gerek

Son günlerde değişik PKK sözcülerinin yaptığı açıklamalar göz önüne alındığında Cemil Bayık’ın son sözleri çok fazla şaşırtıcı değil. Ancak şaşırtıcı olmaması onun bu çıkışını önemsiz kılmıyor. Bu çıkışı ciddiye almak gerek çünkü:

1) Çözüm sürecinin ilk ve belki de en kritik aşaması “geri çekilme”ydi. PKK bunun büyük ölçüde tamamlandığını söylerken, devlet çok az militanın ülkeyi terk ettiğini söylüyordu. Daha kimin haklı olduğunu anlayamadan geri çekilmenin durdurulması ihtimalinin bu kadar güçlü vurgulanması, çözüm sürecinin de duraklaması riskini beraberinde getirecektir.

2) Ankara’nın dikkat, enerji ve imkânlarının büyük kısmını Suriye’ye kanalize ettiği bir dönemde PKK’nın yeniden bir tehdit olarak ortaya çıkması ihtimali bütün dengeleri altüst edebilir.

3) Bayık’ın geri çekilmeyi durdurma ilanının, bu sürecin başarısızlığa uğraması için içeride ve dışarıda ellerinden geleni yapan odakları epey heyecanlandırdığı muhakkak. Bu noktada özellikle, askeri müdahale tehdidi altındaki Şam rejiminin ve onun en büyük destekçisi İran’ın adını anmak gerekir.

Bununla birlikte fazla panik yapmaya da gerek yok. Çünkü:

1) Bayık, “eğer operasyon yaptıklarını görürsek, bu operasyonlara karşı meşru savunma yapacağız” diyerek topu devlete atıyor, yani bir nevi şantaj yapıyor. Mutlaka yeniden çatışma ortamına geçilecek diye bir şey yok.

2) Gerek PKK sözcülerinin önceki açıklamalarının, gerekse Bayık’ın son sözlerinin ana amacı Abdullah Öcalan’ın elini kuvvetlendirmek ve önünü açmak. Diğer bir deyişle çekilmenin ve buna bağlı olarak çözüm sürecinin kaderini yine Öcalan belirleyecek. Onun kararının ne olduğunu öğrenmek için bir-iki gün beklememiz gerekecek. Çünkü bu hafta sonu BDP heyetinin yeniden İmralı’ya gitmesi söz konusu.

3) Öcalan’ın Bayık ve diğerlerini çok zor durumda bırakmadan, hatta onların son çıkışlarıyla kendini daha güçlü hissederek çözüm sürecinin (ve tabii ki geri çekilmenin) kaldığı yerden aksatılmaksızın devamını isteyeceğini tahmin ediyorum.

DİĞER YENİ YAZILAR